Dịch Vụ Hỗ Trợ Vay Tiền Nhanh 1s.
Eğitim Öğretim İle İlgili Tüm Belgeler YAZARLARIN - ŞAİRLERİN HAYATI, KİTAPLARI, ESERLERİ, EDEBİ KİŞİLİKLERİ Çeşitli Zorluklara Katlanarak, Belirli Bir Birikime Ulaşarak Ün KazanmışYazarlarımızın Ve Şairlerimizin Hayatı, Edebi Kişilikleri, Kitapları / Eserleri... Uyarı Bazı konular birden çok hocamızın anlatımından oluşmaktadır. Konu başlıkları aynı olmakla birlikte içerikleri farklılık göstermektedir. Bunun için konulara 1,2,3,4 gibi numaralar verilmiştir. Size uygun anlatım hangisiyse ona çalışabilirsiniz. Abdülhak Hamit Tarhan’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Abdülhak Şinasi Hisar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Abdülhak Şinası Hisar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Abdülhak Şinasi Hisar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Adalet Ağaoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Adalet Ağaoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Afet Ilgaz’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Afşar Timuçin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ahmet Haşim’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ahmet Kutsi Tecer’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ahmet Mithat Efendi’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ahmet Muhip Dıranas’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ahmet Refik Sevengil’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ahmed Vefik Paşa’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Aka Gündüz’ün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Aka Gündüz’ün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Aka Gündüz’ün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Aka Gündüz’ün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 4 Aka Gündüz’ün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 5 Ali Canip Yöntem’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ali Püsküllüoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Alp Seyit’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Arif Nihat Asya’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Aşık Veysel Şatıroğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ataol Behramoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Attila İlhan Atilla İlhan Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Atilla İlhan Attila İlhan Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Aziz Nesin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Aziz Nesin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Baki’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Burhat Cahit Morkaya’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Behçet Necatigil’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Cahit Arf'ın Hayatı, Eserleri, Matematiğe Katkıları, Arf Teoremi Cahit Külebi’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Cahit Sıtkı Tarancı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Cahit Uçuk’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Can Yücel’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Cemal Süreya’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Cenap Şahabettin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Cengiz Aytmatov’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Cengiz Aytmatov’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Ceyhun Atuf Kansu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Cezmi Ersöz’ün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Demir Özlü’nün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Dostoyevskı’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Edip Cansever’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Eflatun Cem Güney’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Emine Işınsu Öksüz’ün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Emine Şenliklioğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Enis Behiç Koryürek’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ercüment Ekrem Talu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Ercüment Ekrem Talu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Ercüment Ekrem Talu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Esat Mahmut Karakurt’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Evliya Çelebi’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Fakir Baykurt’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Fakir Baykurt’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Falih Rıfkı Atay’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Falih Rıfkı Atay’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Faruk Nafiz Çamlıbel’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Feride Çiçekoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Fuat Köprülü’nün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Gönül Ayda Putlar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Gülten Dayıoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Gülten Dayıoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Gülten Dayıoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Haldun Taner’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Halide Edip Adıvar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Halide Edib Adıvar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Halide Edip Adıvar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Halikarnas Balıkçısı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Halit Ertuğrul’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Halit Fahri Ozansoy’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Halit Fahri Ozansoy’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Halit Ziya Uşaklıgil’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Hüseyin Nihal Atsız’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 İbrahim Müteferrika’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği İlhan Berk’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği İsmail Gaspıralı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Jean Jacues Rousseau’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Karacaoğlan’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Kemal Bilbaşar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Kemal Bilbaşar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Kemal Tahir’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Kemal Tahir’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Kemalettin Tuğcu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Kerime Nadir Azrak’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Kerime Nadir Azrak’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Kerime Nadir Azrak’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Kerime Nadir Azrak’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 4 Kerime Nadir Azrak’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 5 Küçük İskender’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Mahmut Yesari’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Mahmut Yesari’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Maksım Gorkı’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Mehmet Emin Yurdakul’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Mehmet Fuat Köprülü’nün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Mehmet Rauf’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Mehmet Rauf’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Melih Cevdet Anday’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Memduh Şevket Esendal’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Memduh Şevket Esendal’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Mithat Cemal Kutay’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Muallim Naci’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Murathan Mungan’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Nabizade Nazım’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Namık Kemal’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Nazım Hikmet Ran’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Necati Cumalı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Necip Fazıl Kısakürek’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Nedim’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Nefi’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Neyzen Tevfik’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Nihad Sami Banarlı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Nurullah Ataç’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Oktay Akbal’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Oktay Rifat’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Oktay Rıfat’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Orhan Hançerlioğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Orhan Kemal’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Orhan Kemal’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Orhan Pamuk Hayatı, Eserleri, Kitapları, Edebi Kişiliği, Aldığı Ödüller Orhan Seyfi Orhon’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Orhan Şaik Gökyay’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Orhan Veli Kanık’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ömer Bedrettin Uşaklı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ömer Seyfettin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Osman Cemal Kaygılı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Osman Cemal Kaygılı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Özdemir Asaf’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Peyami Safa’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Pınar Kür’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Recaizade Mahmut Ekrem’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Refik Halit Karay’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Refik Halit Karay’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Refik Halit Karay’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Refik Halid Karay’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 4 Reflad Ekrem Koçu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Reha Oğuz Türkkan’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Reşat Nuri Güntekin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Reşat Nuri Güntekin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Reşat Nuri Güntekin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Reşat Nuri Güntekin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 4 Reşat Nuri Güntekin’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 5 Rıfat Ilgaz’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Sabahattin Ali’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Sabahattin Ali’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Sabahattin Ali’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Sadri Ertem’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Sait Faik Abasıyanık’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Salah Birsel’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Samipaşazade Sezai’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Selçuk Baran’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Selim İleri’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Selim İleri’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Sezai Karakoç’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Sunay Akın’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Şemsettin Sami’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Şinasi’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Tahsin Yücel’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Talip Apaydın’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Talip Apaydın’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Tarık Buğra’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Tarık Buğra’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Tevfik Fikret’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Tezer Özlü’nün Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Tolstoy’un Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Turgut Uyar’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Vıctor Hugo’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Yahya Kemal Beyatlı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 3 Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 4 Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 5 Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 6 Yaşar Kemal’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Yaşar Kemal’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Yaşar Nabi Nayır’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Yavuz Bülent Bakiler’in Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Yunus Emre’nin Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Yusuf Akçura’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Yusuf Ziya Bahadınlı’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Yusuf Ziya Ortaç’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 1 Yusuf Ziya Ortaç’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği 2 Ziya Gökalp’ın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ziya Osman Saba’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Ziya Paşa’nın Hayatı, Eserleri / Kitapları, Edebi Kişiliği Kaynak Biraz bizden, biraz sizden, biraz kitaplardan, biraz internetten derlenerek hazırlanmıştır... "EĞİTİM ÖĞRETİM" SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN >>>TIKLAYINYorumu bende çok beğendim türkçe projemi burdan yazdım .muhteşem olmuş. ->Yazan nanana selena .hades hahahha 11. **Yorum** ->Yorumu asık veyselın sıırlerı çok guzel ->Yazan 10. **Yorum** ->Yorumu Bu siteyi cok beğendim fazla ödevlerim olmuyor fakat bunlar bana zevk veriyor ->Yazan Ali Kaya..... 9. **Yorum** ->Yorumu diyecek pek bi şey yok bu siye bi harikaaa ->Yazan Bahar 8. **Yorum** ->Yorumu GUZEL bır site beğendimmmmmm bebeklerımmm ->Yazan BÜŞRA 7. **Yorum** ->Yorumu cokkk guzel bır sıteeeeeeeeeeee bayldmmmmmmmmm ->Yazan cemre 6. **Yorum** ->Yorumu Valla İffet ılgazınkini arastırdım Güzeldi... ->Yazan Ali Ugur Kaya.. 5. **Yorum** ->Yorumu Bu sayfa çok iyi bir bilgi veriyor bilgileriniz için teşekkürler. ->Yazan ceylin.. 4. **Yorum** ->Yorumu ben bu sayfaya ilk defa girmeme rağmen çok güzel bir sayfa olduğunu öğrendiğim için çok mutluyum ->Yazan esengül. 3. **Yorum** ->Yorumu bu sayfa çokkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk ama çokkkkkkkkkkkkkkkkkk güzel ->Yazan bilgili. ->Yazan sely ->Yorumu türkçe arastirma ödevlerimi hep burdan yapiyorum kisacasi bu siteyi ççççççççççççççççççççoooooooooooooookkkkkkkkkk seviyorum. ->Yazan fatmanur kiliç ->Yorumu cahit uçukun hayati çok güzel bir seydir bilim adami olmak>>>YORUM YAZ<<<
O ve Ben adlı otobiyografisinde kaydettiğine göre 25 Mayıs 1905'te İstanbul Çemberlitaş'ta cinayet mahkemesi reisliğinden emekli büyük babası Mehmed Hilmi Efendi'nin konağında doğdu. Babası Mekteb-i Hukuk mezunu ve bazı memuriyetlerde bulunmuş Abdülbâki Fâzıl Bey, annesi Mediha Hanım'dır. Baba tarafından Maraşlı olan Kısakürekoğulları ailesinin kökü Dulkadıroğulları'na dayanmaktadır. Asıl adı Ahmed Necip olan Necip Fazıl okuma yazmayı büyük babasından öğrendi. Çeşitli okullarda kesintili ve düzensiz bir öğrenim hayatı geçirdi. Önce Gedikpaşa'da bir Fransız, sonra aynı yerde bir Amerikan mektebinde, Büyükdere Emin Efendi mahalle mektebinde, Büyük Reşid Paşa Numune, Vaniköy Rehber-i İttihad mekteplerinde okuduktan sonra Heybeliada Numune Mektebi'nden mezun oldu. Aynı yıl Heybeliada Bahriye Mektebi'ne kaydoldu. Burada da beş yıl okudu, ancak diploma alamadan ayrıldı. 1921'de İstanbul Dârülfünunu Felsefe Şubesi'ne yazıldı. Bu öğrenimini de tamamlayamadan kazandığı devlet bursu ile felsefe tahsili için Paris'e gitti. Fakat Paris'te de düzenli bir öğrenci olamadı, kısmen sanat çevrelerinde bulunduysa da kendini daha çok eğlenceye ve bohem hayatına verdi. Türkiye'ye dönüşünde İstanbul ve Anadolu'da bazı bankalarda memuriyet ve müfettişlik yaptı. Bir Fransız mektebinde, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde ve Robert Kolej'de çeşitli dersler okuttu. Bu arada felsefe öğrenciliğinden beri girmiş olduğu basın çevresini daha çekici ve eser vermeye daha uygun bir ortam olarak gördüğünden 1942'den itibaren memuriyetlerini bırakıp geçimini yazılarından ve yayıncılıktan sağlayamaya başladı. Son yıllarına kadar Büyük Doğu dergisinin ve Büyük Doğu yayınlarının sahibi ve yazarı olduğu gibi bazı günlük gazetelerde fıkra ve makaleleri de yayımlanmaktaydı. Hemen tamamı Büyük Doğu'da olmak üzere kullandığı takma adları Ne-Fe-Ka, Hi-Ab-Kö, Ha-A-Ka, Adı Değmez, Neslihan Kısakürek, Ahmed Abdülbaki, Prof. Bankacı, Be-De, Ozan, Ozanbaşı'dır. 25 Mayıs 1983'te Erenköy'deki evinde öldü. Büyük ve olaylı bir cenaze töreninin ardından Eyüp sırtlarındaki kabristana defnedildi. "Çille çille üstüne düştü mücevher târihi / Var mı şâir çilleden çıksın Necip Fâzıl gibi" 1403 mısraları Orhan Okay tarafından ölümü için düşürülmüş tarihtir. Sabır Taşı oyunuyla 1940 Cumhuriyet Halk Partisi piyes yarışması birinciliğini kazanan Necip Fazıl Kısakürek için sanat hayatının 50. yıl jübilesi Millî Türk Talebe Birliği tarafından 22 Kasım 1975'te yapıldı. 25 Mayıs 1980'de doğumunun 75. yılı vesilesiyle Kültür Bakanlığı kendisine "büyük kültür armağanı" ve nakdî mükâfat, aynı tarihte Türk Edebiyatı Vakfı da "Türkçe'nin yaşayan en büyük şairi, sultânüşşuarâ" unvanını verdi. Ölümünün ardından Türk Edebiyatı nr. 117, Temmuz 1983, Mavera nr. 80-82, Temmuz-Eylül 1983, Yönelişler nr. 25, Temmuz 1983, Kültür ve Sanat nr. 28-29, Temmuz-Ağustos 1983 dergileriyle Suffe Kültür ve Sanat Yıllığı 1984 birer özel sayı yayımlamıştır. Necip Fazıl, ilk şiir denemesinin Millî Mücadele yıllarında on üç-on dört yaşlarında iken Tercüman gazetesinin edebî ilâvesinde çıktığını ifade eder. Bilinen ilk şiiri ise 1 Temmuz 1923 tarihli Yeni Mecmua'da yayımlanan, daha sonra Örümcek Ağı kitabına "Bir Mezar Taşı" adıyla girecek olan "Kitâbe" başlıklı şiirdir. Bu tarihten başlayarak 1939'a kadar Yeni Mecmua, Millî Mecmua, Anadolu, Hayat ve Varlık dergileriyle Cumhuriyet gazetesinde şiirleri ve hikâyeleri çıkar. Özellikle dönemin seçkin dergilerinden olan Hayat'ta yer alan şiirleriyle dikkati çeker ve hakkında takdir yazıları yayımlanır. İlk şiir kitapları olan Örümcek Ağı ve Kaldırımlar bu yıllarda yazdıklarından seçmeleri ihtiva eder. Kaldırımlar kitabına adını veren uzun şiiri kendisine "Kaldırımlar şairi" olarak şöhret kazandırmıştır. Üçüncü şiir kitabı Ben ve Ötesi ile nesir yazılarının toplandığı Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil de bu yıllarda çıkar. Bu arada oyunculuğuna büyük değer verdiği Muhsin Ertuğrul'un tesiriyle tiyatroya ilgi duymaya başlayan Necip Fazıl'ın ilk tiyatro eseri Tohum 1935'te yayımlanır ve Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konur. Bu tarihten bir yıl kadar önce, kendi ifadesiyle "çocukluğunda ve gençliğinde masal gibi bir rüya ikliminden topladığı karanlık ve karışık haberlerin apaydınlık ve dümdüz gerçeğini verdiğine" inandığı Nakşibendî şeyhi Abdülhakim Arvâsî ile karşılaşmasından sonra sanat anlayışında ve eserlerinde dinî-mistik bir eğilim ağırlığını hissettirmeye başlar. 1936'da memuriyeti dolayısıyla Ankara'da bulunan Necip Fazıl, devrin sathî ve maddeci dergileri karşısına spiritüalist ve estetik ağırlığı olan haftalık Ağaç dergisini çıkarır. 7. sayısından itibaren İstanbul'a taşınan dergi, dönemin meşhur isimlerini bir araya getirmiş olmasına rağmen umulan ilgiyi görmediğinden 17. sayıda kapanır bk. AĞAÇ. Necip Fazıl, daha geniş kitlelere daha kısa zamanda ulaşan tiyatroya ilgisini devam ettirerek tiyatro eleştirmenlerinin olumlu karşılamalarına rağmen seyircinin tutmadığı Tohum'dan sonra 1938'de Abdülhakim Efendi'yi tanımasının mistik ve metafizik bir ürünü olan Bir Adam Yaratmak'ı yazar. Muhsin Ertuğrul'un başrolü oynamasıyla büyük ilgi gören bu piyesin ardından 1942 yılına kadar arka arkaya bazıları şehir tiyatrolarında da sahnelenen oyunlar kaleme alır. II. Dünya Savaşı'ndan biraz önce başlayarak savaş yıllarında fıkra yazarlığı yapan Necip Fazıl önce Haber, ardından Son Telgraf gazetelerinde "Çerçeve" genel başlığı altında yazılar yazmıştır. Bir dünya savaşı çıkmayacağı kanaatini benimseyen Türk basınının bu tutumuna karşı aksi fikri savunan Necip Fazıl bu yazılarının büyük bir kısmını Çerçeve adlı bir kitapta yayımlamıştır 1940. Son Telgraf'ta fıkra yazarlığı devam ederken yeni bir dergi çıkarma teşebbüsüne girer. Siyasî, fikrî, edebî karakterdeki Büyük Doğu 1 Eylül 1943'te çıkar. Değişik boyutlarda, çoğu haftalık, birkaç defa aylık ve günlük gazete olmak üzere Necip Fazıl'ın ölümüne yakın yıllara kadar aralıklarla devam eden derginin son sayısı 5 Haziran 1978 tarihini taşımaktadır. Dönemin mevzuatına göre siyasî yazılarından dolayı zaman zaman kapatılan, toplatılan, takibe uğrayan, bazan da sahibi tarafından yayımı tatil edilen Büyük Doğu çıktığı yıllarda sansasyonel kapak resimleri ve manşetleriyle geniş ilgi görmüştür. Bunun dışında bazı dönemlerinde seviyeli bir fikir ve edebiyat dergisi olduğu gibi dinî yayınların kontrol altında tutulduğu yıllarda okuyucunun bu konudaki ihtiyacını da karşılamıştır bk. BÜYÜK DOĞU. Necip Fazıl, 1950'de Büyük Doğu Cemiyeti adıyla o yıllardaki mevzuata göre siyasî parti kavramıyla eş anlamda bir de siyasî dernek kurmuş, derneğin başkanı sıfatıyla Anadolu'nun birçok şehrinde konferanslar vermiştir. Gerek dergideki yazıları gerek siyasî faaliyetlerinden dolayı değişik iktidarlar devrinde takibata uğramış, hakkında mahkûmiyet kararları verilmiştir. Necip Fazıl'ın kitap ve dergi yayını olarak en verimli devresi 1950'den sonraki yıllardır. Şiir kitaplarını yeniden gözden geçirip yayımladığı gibi yeni tiyatro, senaryo, hikâye, roman, hâtıra, dinî ve tasavvufî eserler, siyasî ve tarihî incelemeleri de bu döneminin ürünleridir. Necip Fazıl, Cumhuriyet'in ilk yıllarında hece vezniyle yazan şairler arasında estetik kaygıları ve metafizik-psikolojik derinliğiyle kendine bir yer edinmiştir. II. Meşrutiyet'ten sonra yaygınlaşmaya başlayan, fakat ses ve nazım şekli bakımından monoton örnekleriyle henüz bir bocalama dönemi geçirmekte olan hece vezni onun şiirleriyle poetik bir değer kazanır. Muhteva olarak da mistik ve metafizik eğilimler, vehim ve sayıklama gibi marazî ve trajik özellikler kendisini döneminin diğer şairlerinden ayırır. Daha ilk şiiri olan "Kitâbe" tekke şiirinden, divan mazmunlarından birtakım çağrışımlar taşımaktaysa da yeni bir eda ve yeni bir ses arayışıyla dikkat çeker. Burada mezar kitâbesinin zaruri olarak çağrıştırdığı ölüm motifi, aşkta marazî bir hassasiyet ve acı bir lezzet, her an bir felâket ve trajediyle ürküten "patetik" hava Necip Fazıl'ın şiirlerinin âdeta değişmeyen temasını teşkil edecektir. Yine aynı yıllarda 1924'te yazdığı, ilk şiir kitabının da adını oluşturan "Örümcek Ağı"nda ise artık deneme devresini aşmış, şiiri form bakımından sağlam bir mimariye ve plastik yapıya kavuşmuş, dil olarak bir soyutlama ifadesi bulmuş, muhteva olarak da psikolojik bir derinliğe erişmiştir. Bu şiir kendi döneminin ilk hececilerinin monotonluğundan, çok belirli duraklarından, alışılmış kafiyelerinden tamamen kurtulmuş, muhteva ile uyumlu bir nazım tekniğine kavuşmuştur. Necip Fazıl'ın şiirlerinin Örümcek Ağı kitabıyla başlayıp Kaldırımlar'da ve daha sonrasında gelişerek devam eden bu özelliklerinde şahsî mizacıyla beraber şüphesiz çağının getirdiği bazı felsefe ve edebiyat akımlarının da izleri vardır. Ahmed Hâşim'in çığırını açtığı sembolist ve empresyonist şiir, psikoloji alanında yeni ufuklar açan Freud'ün sanat sistemlerini de tesiri altına alan şuur altı ve libido teorileri, varlığa ve zaman kavramına yeni bir mâna kazandıran Bergson'un sezgiciliği, hayatın ve insanın yeni bir yorumunu taşıyan egzistansiyalistleri ve özellikle Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türk aydınının belirli bir seviyede ilgisini çeken karamsar, bunalımlı ve mistik havasıyla Baudelaire'i bunlar arasında düşünmek gerekir. O ve Ben adlı otobiyografisinde on iki yaşlarında aşırı hissî romanlar ve polisiye romanları okuduğunu, bu yıllarda "marazî bir hassasiyet, acıtan bir hayal kuvveti ve dehşetli bir korku" içinde bulunduğunu yazan Necip Fazıl'ın şiirini açıklamada çocukluğundan getirdiği bu duygularla yukarıda çağın özellikleri olarak belirtilen akımlar arasındaki paralellik de dikkate alınmalıdır. İlk dönem şiirlerinden itibaren eserlerinin çoğunda hâkim olan temaların başında korku gelir. Daha Örümcek Ağı'ndaki "Gece Yarısı", "Boş Odalar", "Ayak Sesleri", "Çan Sesi"nden başlayarak pek çok şiirinde korku âdeta değişmeyen bir laytmotif gibi tekrarlanır. "İçimde damla damla bir korku birikiyor" mısraıyla "Kaldırımlar" hemen baştan sona kadar bir korkunun gelişmesinin poemidir. Bu temanın tabii bir neticesi olarak irreel bir dünyanın ürpertici varlıkları ve bunların doğurduğu duygular da şiirlerine girmiştir Periler, cinler, hayaletler, kâbuslar, anlaşılmayan ayak sesleri, siyah kediler ... Bir döneminden sonra eskiyeni bütün şiirlerini harmanlayarak gruplandırdığı Çile adlı şiir kitabının bazı bölüm başlıkları da aynı duyguları çağrıştırır Ölüm, Korku, Dâüssıla, Ukde, Tecrit ... Necip Fazıl'ın şiirlerinde eşyaya, maddî varlıklara, dış dünyaya bakış tarzı da dikkat çekicidir. Onda bu varlıklar dış görünüşleriyle algılandığı gibi değildir. Eşyanın insanın iç dünyasıyla ilişkisi vardır. Bergson'un sezgi felsefesinin ışığında Necip Fazıl'da eşyaya, objeye karşı zihnî bir sempatinin varlığı düşünülebilir. Böylece "Otel Odaları"ndaki eşyanın, "Ses Geliyor Ormandan" şiirinde ormanın, "Azgın Deniz", "Susan Deniz", "Takvimdeki Deniz"deki denizin, "Bu Yağmur"daki yağmurun ve diğer şiirlerinde kaldırımların, odadaki mangalın, bahçedeki heykelin alelâde obje olmaktan çıkıp şairin iç dünyasıyla özdeşleştiği görülür. Genel anlamıyla spritüalist ve mistik bir şair olan Necip Fazıl'da bu mizacın tabii eğilimi olarak din de ilk şiirlerinden itibaren sürekliliğini kaybetmeyen bir tema halinde ortaya çıkar. Bu tema 1932'de yayımlanan Ben ve Ötesi'ne kadar dönemin biraz da modası olan âşık veya tekke şiiri havasında, özellikle de Yûnus Emre tarzında örneklerle görülür. Abdülhakim Arvâsî'yi tanımasından sonra ise şiirlerine olduğu kadar sanat anlayışına ve poetikasına da belirli bir dinî-mistik görüş hâkim olur. Necip Fazıl, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde şiirin estetiği üzerinde ısrarla duran ve bu konudaki düşüncelerini programlı bir şekilde poetika haline getiren nâdir sanatkârlardan biridir. 1940'lardan itibaren gittikçe gelişen ve yaygınlaşan yeni şiir akımına, özellikle onun ilk temsilcileri olan Garip topluluğuna ilgisiz kalan Necip Fazıl, şiiri dengeli bir duygu ve düşünce muhtevasını kavrayan sağlam bir şeklî yapı, bir estetik form olarak kabul eder. Ağaç ve Büyük Doğu dergilerinde 1936-1943 yılları arasındaki bazı yazılarında Türk şiiri ve kendi çağdaşı olan bazı şairler hakkında fazla derinleşmeyen değer yargılarından sonra ilk defa 1946 Eylülündeki Büyük Doğu'larda "İdeolocya Örgüsü"nde, ütopik bir cemiyet yapısının ayrıntısı içinde birkaç bahis şeklinde yazdığı "poetika"sını 1955'te, uzun zamandır kitap haline getirmediği şiirlerini bir araya topladığı Sonsuzluk Kervanı kitabına bir bütün olarak ilâve eder. Genellikle şiir üzerine olmakla beraber özellikle kendi şiirinin felsefesi olan poetika, şiirin ve şairin hususiyetleri, şiiri meydana getiren unsurlar, şiirin hayatla, toplumla, dinle, devletle ve pozitif ilimlerle ilgisi konularında on dört bölüm halinde kategorik, sistematik ve oldukça uzun bir yazıdır. İlk bahiste şairi alelâde insandan ayırıp "üstün idrak sahibi" ve "ilâhî emanetin temsilcisi" olarak tarif eden ve ona madde, bitki, hayvan basamaklarından sonra insanla Tanrı arasında bir yer veren Necip Fazıl böylece şiiri daha ilk planda mistik bir temele oturtur. Poetikasının bu karakteri metin içinde sık sık geçen "esrar, büyü, tılsım, sır" gibi spiritüel kavramlarla desteklenir. Bütün bahislerde şiir sanatı hakkında tarih boyunca ileri sürülmüş karşıt teorileri telif etme ve bunlar arasında denge kurma eğiliminde olan Necip Fazıl bu dengeyi şiirin mânevî unsurları konularında zaman zaman bozar. Meselâ ona göre şiirin kaynağı, "mimesis" ile dış dünyanın taklidi "tecrit" arasında, fakat tecride daha yakındır. Şiir somut bir planda fakat soyut olanı anlatacaktır. Şiirin ifade usulünde "ince" ve "girift" kavramlarını kullanan Necip Fazıl, böylece yalın ve sathî bir şiirden rafine ve kompleks bir şiire geçişin de temsilcisi olmuştur. Yine poetikada ideal şiir için kullandığı "remzî ve sırrî oluş" da soyutlukla sembolizm arasında bir kavramı düşündürür. Şiirin muhtevasında ise iki esas unsuru, duyguyu ve düşünceyi beraber yürütür. Duygu ve düşünce birbiri içinde eriyecek ve mutlu bir terkibe ulaşacaktır. Ancak bu ulaşmada düşüncenin duyguya yaklaşması yani duygunun üstünlüğü esastır. Şiirin şekli ve muhtevası bahsi de yine bu iki unsurun en mükemmel tarzda terkibini zorlar. Şiirin dış şekli adını verdiği vezin, kafiye ve kıtaların-bölümlerin kuruluşuyla mısraın yapısı iç şekil dediği vezne, veznin gerektirdiği kelimelerin seçimine bağlanır. Kitaplarına almadığı sadece iki zayıf şiirinde aruzu deneyen Necip Fazıl poetikada hece ile aruzu karşılaştırırken heceyi aruzun daha estetik, daha serbest bir tarzı olarak değerlendirir. Kapalı ve açık hecelerin düzenli tertibine dayanan aruza mukabil bu hecelerin her mısrada başka bir zenginlikle yeni bir harmanını arayan heceyi, böylece her mısrada değişen bir aruz kalıbı imtiyazını tercih eder. Bazı şiirleriyle ideolojik bir karakter göstermesine karşılık Necip Fazıl poetikasında toplum-şiir ilişkileriyle ilgili son konuları dışında saf şiirin estetik değerleri üzerinde durmuştur. Tiyatroyu güzel sanatlar arasında bir zirve kabul eden Necip Fazıl'ın oyunları da şiirleri gibi trajik bir karakter gösterir. Şiirlerinde soyut olarak hissedilen korku, dehşet, sıkıntı, vehim, şüphe, yalnızlık gibi duygu ve temalar tiyatrolarında kahramanların kişiliklerinde âdeta somutlaşır. Bu oyunlarda günah duygusu, vicdan azabı, kader-irade, akıl-duygu-sezgi ilişkileri, madde-ruh mücadelesi, bilinmeyenin araştırılması, aklın sınırlarının zorlanması, her şeyin ötesinde bir sır bulunduğu inancı gibi metafizik ve psikolojik problemler işlenmiştir. Tiyatroyu "tezin laf olmaktan çıkıp büyü olduğu yer" olarak benimseyen Necip Fazıl'ın oyunları tezli tiyatro türüne girerse de bunlarda ana fikir eserin güçlü tekniğiyle ve ustalıkla eritilmiştir. Yer yer tesirli ve nüfuzlu bir ifade tarzı, çok defa teatral davranış ve konuşma şekilleri, kahramanlık, âlicenaplık, şeref, izzetinefis gibi duyguların yüceltilmesiyle klasik tiyatrolara yaklaşır. Yazı hayatının ilk yıllarından itibaren şiir ve tiyatro kadar olmamakla beraber hikâye ile de uğraşan Necip Fazıl, 1928 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkan ilk hikâyelerini 1933'te Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil adı altında toplamıştır. Daha sonraki yıllarda bunlara ilâvelerle Ruh Burkuntularından Hikâyeler, Hikâyelerim yayımlanmış, ölümünün ardından dergilerde kalmış olanlarla beraber elli iki hikâyesi Hikâyelerim adıyla bir araya getirilmiştir. Bu hikâyelerden sekizi kumar ve hasta kumarbaz tipi etrafında gelişmiştir ki yazarın Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih oyunuyla konu ve tema ortaklığı gösterir. Diğer hikâyelerinde şiir ve tiyatrolarındaki mekân, fikir ve yapı hâkimdir. Bununla beraber şiir ve tiyatrolarındaki sembolik-alegorik, hatta metafizik ve metapsişik atmosfere oranla hikâyeleri daha gerçekçi bir yapıya sahiptir. Necip Fazıl'ın son yıllarında yazdığı ve roman adı altında yayımlanan iki kitabından Aynadaki Yalan, tamamen ideolojik yapıda ve apaçık tezli bir eser olup İdeolocya Örgüsü ile bu çerçeve etrafındaki yazılarının basit olay ve diyaloglarla romanlaştırılmasından ibarettir. Ölümünden sonra basılan Kafa Kâğıdı ise O ve Ben ile Bâbıâli adlı hâtıra kitaplarının dağınık notlarını ihtiva etmektedir. Bu bakımdan hikâye türündeki başarı çizgisini romanlarında yakalayamamıştır. Sanatkârlığı dışında siyasî ve fikrî yazılarıyla daha yaygın bir şöhret kazanan Necip Fazıl bu açıdan Cumhuriyet döneminin birkaç büyük polemikçi yazarı arasında sayılır. Özellikle yakın dönem tarihi ve daha aktüel konular üzerinde yazdıklarının arkasında adları da zikredilmek şartıyla devrin siyaset, yönetim, basın gibi alanların kişileri hakkında tenkit sınırlarını aşan ağır ifadeler, suçlamalar bulunmaktadır. Polemiklerinden başka fikir yazılarında ve hatta tarihî-fikrî araştırma kategorisine girebilecek eserlerinde esas olan, ilmî disiplin ve metodik düşünce değildir. Fikir ürünlerinin arkasında yer yer bir disiplin bulunmakla beraber bu ölçüleri aşan heyecanlı ve mübalağalı çıkışları belki sistemli fikirlerinden daha fazla itibar görmüştür. Onun din, tarih, felsefe, kültür, edebiyat tenkit vb. konularda arka arkaya sıraladığı bir yığın hadise ve kişi adı vurucu bir üslûpla, belâgat ustalıklarıyla okuyucuyu bir anda cezbetme amacındadır. Bununla beraber bu alanlara genel nüfuzuyla, kişi ve olaylar arasındaki gözden kaçmış ilişkileri yakalayan zekâsıyla etrafında kendisine hayran bir okuyucu kitlesi oluşturmuştur. Necip Fazıl'ın hemen bütün oyunları başta İstanbul Şehir Tiyatroları ve Ankara Devlet Tiyatrosu olmak üzere resmî, özel ve amatör tiyatrolar tarafından birçok defa sahneye konmuş, Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih "Parmaksız Salih" adıyla, 1968, Reis Bey 1988 filme alınmış, Bir Adam Yaratmak da televizyon oyunu olarak gösterilmiştir 1977. Ayrıca senaryo romanlarının bazıları filme alınmıştır. Fon müziği olarak Batı senfonik müziğinden kendisinin seçtiği parçalarla kendi sesiyle altı şiiri ve "Gençliğe Hitâbe"si plak haline getirilmiştir 1976. Eserleri. Şiirleri gibi yazılarını da defalarca yayımlamış ve hemen her defasında az çok değişiklikler yapmış olan Necip Fazıl'ın kitap haline gelmiş eserlerinde birinden diğerine iktibas edilmiş parçalar, özellikle şiir ve hikâye kitaplarında ilâveler ve çıkarmalar bulunmaktadır. Kitaplarının hemen hepsi İstanbul'da basılmıştır. Şiir. Örümcek Ağı 1925, Kaldırımlar 1928, Ben ve Ötesi* 1932, 101 Hadis 1951, Sonsuzluk Kervanı Ankara 1955, Çile* 1962, Şiirlerim 1969, Esselâm -Mukaddes Hayattan Levhalar- 1973, Öfke ve Hiciv 1988. Tiyatro ve Senaryo Romanı. Tohum 1935, Bir Adam Yaratmak* 1938, Künye 1938, Sabır Taşı 1940, Para 1942, Vatan Şairi Namık Kemal 1944, Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih 1949, Reis Bey 1964, Ahşap Konak 1964, Siyah Pelerinli Adam 1964, Ulu Hakan Abdülhamid Han 1969, Yunus Emre 1969, Mukaddes Emanet 1971, Senaryo Romanları 1972, İbrahim Edhem 1978; tiyatrolarından on üçü Kültür Bakanlığı tarafından üç cilt halinde topluca yayımlanmıştır, İstanbul 1976. Hikâye ve Roman. Meşum Yakut 1928, Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil Ankara 1933, Ruh Burkuntularından Hikâyeler 1965, Hikâyelerim 1970, Aynadaki Yalan 1980, Kafa Kâğıdı 1984. Hâtıra. Cinnet Mustatili 1955, Büyük Kapı* 1965, Yılanlı Kuyudan 1970, Hac'dan Çizgiler, Renkler ve Sesler ve Nur Mahyaları 1973, O ve Ben 1974, Bâbıâli 1975. Din-Tasavvuf. Halkadan Pırıltılar 1948, O ki O Yüzden Varız 1961, İman ve Aksiyon 1964, Hazret-i Ali 1964, Peygamber Halkası 1968, Çöle İnen Nur* 1969, Son Devrin Din Mazlumları 1969, Nur Harmanı 1970, Doğru Yolun Sapık Kolları 1978, İman ve İslâm Atlası 1981, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu 1982. Deneme, Fıkra, Siyasî-Tarihî İnceleme. Abdülhak Hamid ve Dolayısiyle Zonguldak 1937, Namık Kemal. Şahsı, Eseri, Tesiri Ankara 1940, Çerçeve 1940, Müdafaa 1946, Maskenizi Yırtıyorum 1953, At'a Senfoni 1958, Büyük Doğu'ya Doğru 1959, Türkiye'de Komünizma ve Köy Enstitüleri 1962, Ulu Hakan Abdülhamid Han 1965, 1970, Büyük Mazlumlar 1966, Türkiye'nin Manzarası 1968, 1973, Tanrıkulu'ndan Dinlediklerim I-II, 1968, Bin Bir Çerçeve I-V, 1968-1969, Vahîdüddin 1968, İdeolocya Örgüsü 1968, Benim Gözümle Menderes 1970, Tarihimizde Moskof 1973, Rapor I-XIII, 1976-1980, Yolumuz, Halimiz, Çaremiz 1977, İhtilâl 1977, Yeniçeri 1977, Sahte Kahramanlar 1984 Necip Fazıl'ın bütün eserleri ve kitap haline gelmemiş yazıları b. d. [Büyük Doğu] yayınları adı altında neşredilmektedir. Kaynak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Haberler Güzel Sözler Şair Sözleri 2022 Ünlü Şairler İle Yazarların Aşk Ve Hayat Üzerine En Güzel SözleriKarşı tarafı etkileyebilmenin en özel yollarından biri şüphesiz şiirlerdir. Kalbe dokunacak ve duyguları harekete geçirecek olan harika şiirler, çok özel şairlerin dilinden geçmişten günümüze kadar kağıda dökülmüş durumda. Ünlü şairler ile beraber yazarların aşk ve hayat üzerine yazdığı birçok farklı sözcüğü siz de kullanabilirsiniz. Böylece sevdiğiniz ya da değer verdiğiniz insanlara duygu ve düşüncelerinizi en iyi şekilde aktarabilirsiniz. İşte şair sözleri ünlü şairler ile yazarların aşk ve hayat üzerine en güzel sözleri üzerinden değerlendirebileceğiniz farklı seçenekler.• 30 Temmuz 2022 - 1328 • Son Güncelleme 30 Temmuz 2022 - 1328• 30 Temmuz 2022 - 1328 • Son Güncelleme 30 Temmuz 2022 - 13281Geçmişten günümüze gelmiş çok önemli şairler ve yazarlar bulunur. Bu özel ve değerli insanlar hem aşk hem de hayat adına çok özel sözleri günümüze taşımış durumda. Yaşamın farklı dönemlerinde bu sözcükler ve cümleler kullanılmak suretiyle, insanlar karşı tarafa duygu ve düşüncelerin en iyi şekilde aktarabiliyor. Zira her insanın içinde yaşadıklarını anlatabilecek birçok farklı şiir ve sözcük grubu bulunmaktadır. Özellikle aşkınızı ilan edebilmek ya da sevginizi de en iyi şekilde aktarabilmek amaçlı, birçok farklı şair sözleri ya da yazar sözlerini fazlasıyla sevmiş, ben eksikleriyle de sevdim yükünü ayaklar taşır. Ruhun yükünü yürekler. 4Bir soğan soyuluyor, yaşarıyor gözler. Bir de devlet soyuluyor, aldırmıyor hoşlandıktan sonra tanır, kadın tanıdıkça hoşlanır. 6Size zamanını ayırmayan birine asla kendinizi harcatmayın. 7Kırılmasın diye üzerine titrerdim. O hep üşüyorum sanırdı. 8Sevdiklerinize zaman ayırın; yoksa zaman sizi sevdiklerinizden ayırır. 9Gittin mi büyük gideceksin! Ayrılık bile gurur duyacak seninle. 10Kalbimde kalbine yok bile kinim. Bence artık sende herkes yani, papatyada bir yaprak daha olsaydı beni sevecek miydin? 12Başka anlamlar aramaya gerek yok! Katlandığım kadar seviyorum sadece bir eylemdir. Unutmak ise kocaman bir eylem. 14Hayat üç buçukla dört arasındadır; Ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın. 15Hayatta hep mutlu olursam, hayalini kuracak neyim kalır. 16Bir destan yazar gibi durmadan gündüz gece, ben hep seni yazmışım yüreğime gizlice. 17Beni öyle bir yalana inandır ki, ömrümce sürsün doğruluğu. 18Güç erkeğe, güzellik kadına verilir; ama her şeyi yenen güç, yalnız güzelliğe yenilir. 19İnsanlar da kuyulara benzerler, içlerinde boğulabilirsiniz. 20Bazen sen bile “vay be !” dersin kendine; tek satırlık adamları nasıl roman yapmışım gönlüme. 21Meğer susmak; insanın içiyle konuşmasıymış, geç fark de güzel demiş şair; tutsak kaldığın yer sevdiğin kişinin kalbiyse özgürlüğün canı cehenneme!23 Ve şimdi aşk; yaz’ın ortasında bir kar tanesiyle tanışmak çeşit insan vardır. Zaman geçtikçe hatalarıyla yüzleşen, zaman geçtikçe yüzsüzleşen. 25Ya farkıma vardığında farkın kalmamış olursa?26Mavi, bir renkten daha fazlası bence. Sonu olmayan bir gökyüzü, umut dolu bir sadece bir eylemdir. Unutmak ise kocaman bir eylem. 28Eksikliğe mi alışmıştım ne? Mutsuzluğa mı yoksa?29Düştüğümüz kuyular sandığımız kadar dipsiz değil aslında, tutunmaya çalıştığımız ipler çok kısa. 30Gözyaşının bile görevi varmış. Ardından gelecek gülümseme için temizlik misalidir aşk; anlamayana ömrü günlük, anlayana bir çalışma. Hayat böyledir işte.. Hep o kıyamadıklarımız kıyar benim sarhoşluğumsun, ne ayıldım, ne ayılabilirim, ne ayılmak isterim…34Bir gün gelir, dünyanın bir yerinde yıllarca senin haberin olmadan yaşamış birine bütün hayatını anlatmak beni demişsin, bu bana imkansız geliyor. Çünkü unutmam için önce seni hatırlamam misalidir aşk; anlamayana ömrü günlük, anlayana bir şey üstüne gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme! Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir. 38Aşkın en acımasız yanı; Ağzından çıkmaya cesareti olmayan sözlerin, yürekte fırtınalar en büyük mutluluk olduğun gibi sevilmek, daha doğrusu sana rağmen seni sevenleri sevmek sevgi değil, değiş tokuştur. 41En çok hoşumuza giden insan kendimize benzettiğimiz insandır. 42Aşkları da ayakkabılarınız kadar itinayla seçmezseniz, tıpkı ayağınızda olduğu gibi yüreğinizde de nasır parasını kaybedince fakir, özgürlüğünü kaybedince esir, aşkını kaybedince şair sahiplenmeden seveceksin mesela. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış gibi. 45İnsanın başına ne gelirse merakından gelir demiş eskiler. Baktım olmuyor. Ben seni merak edeyim, sen de iki kişi arasında kalıyorsanız; ikinciyi seçin. Çünkü birinciyi gerçekten sevseydiniz, ikincisi olmazdı. 47Ölürsem neye gam yerim ki en çok? Bir daha yalnız kaldığında aklına geleni değil, hiç aklından çıkmayanı seveceksin. 49Kimi insan otların çeşidini bilir, kimisi balıkların. Ben ayrılıkların. Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını, ben yalnızlıkların. 50
Zeynep Hatun, Mihri Hatun, İhsan Raif, Gülten Akın, Nilgün Marmara başta olmak üzere Türk Edebiyatı’na damgasını vurmuş kadın şairlerimizi sizler için derledik. 1. Zeynep Hatun Divan şiirinin adı bilinen ilk kadın şairi Zeynep Hatun’u kimi kaynaklar Amasyalı;, kimi ise Kastamonulu olarak yazar. Hakkında yapılmış kapsamlı araştırmalar yoktur, elimizdeki sınırlı bilgiler ise Zeynep Hatun’un çağdaşları olan Şair Latîfî ve Şair Şık Çelebi’nin kitaplarından öğrenilmiştir. Osmanlı’da minyatür sanatının en önemli isimlerinden nakkaş Levnî’nin bir minyatürü. Asıl adı Abdülcelil Çelebi’dir. Renkli, çeşitli anlamına gelen Levnî mahlasını kullanır. Asıl adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kızıdır ve kültürlü bir çevrede yetişir. Arapça ve şiir söyleyecek düzeyde Farsça bilir. Amasya’da II. Beyazıd’ın oğlu Şehzade Ahmed’in sarayındaki edebi muhite çağdaşı Mihrî Hatunla beraber dahil olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Zeynep Hanım, evlenmeden önce Fatih Sultan Mehmet adına Türkçe ve Farsça şiirlerden oluşan bir divan hazırlayıp, sultana sunar. Kadı İshak Fehmi Çelebi ile evlendikten sonra, eşi tarafından şiir yazmasına ve şiir sohbetlerine katılmasına izin verilmez, şiiri bırakmak zorunda kalır. Şiirin yanı sıra beste çalışmaları da olan Zeynep Hatun, 1474 yılında Amasya’da ölür. Zeynep Hanım, şiirlerindeki hayali sevgiliyi tıpkı erkekler gibi tasvir eder. Kadınları dedikoducu, tembel olarak betimlemesi, devrin erkekleri tarafından çok beğenilir. Bu tavrıyla edebiyat çevrelerinde “merdane” olarak adlandırılır. Bu tavrı muhtemeldir ki, erkekler dünyasına başka türlü kabul edilemeyeceğini bilmesindendir. Zira Klasik Türk şiirinde erkek şairlerin eliyle edebi metinlere yansıyan kadın betimlemelerinin çoğunluğunda son derece olumsuz bir yaklaşım gözlenir. Kadınları, yaradılıştan cahil, bön, aklı kısa, güvenilmez, fettan, kurnaz, vefasız, sadakatsiz gösteren bir kabul içinde bu olumsuz bakışı sürekli yinelerler. XVI. yüzyılda yaşamış olan Kınalızâde Ali Çelebi, Zeynep Hatun için, “Erkekler kadar mükemmel şiirleri vardır, tek ayıbı kadın olmasıdır.” şeklinde bir ifade kullanır. Mehmed Zihnî ise şunları yazar “Kendisi kadın idi, ama söz ve şiirinde her bir çehrenin güzelliklerini belirtirdi. Bu davranışıyla erkekler kendisine hayrandı.” Zeynep Hatun’un divanı maalesef günümüze ulaşmamıştır. Şiirlerine, tezkirelerde bir nevi biyografi, nazirelerde başka bir şairin bir eserinin benzerini yazarak ona karşılık verme rastlıyoruz. Keşfet nikabını yeri göğü münevver et Bu alem anasırı firdevs-i enver et Depret lebini cüşe getir havz-i kevseri Anber saçını çöz bu cinanı muattar et Yeryüzündeki örtüyü kaldır, güzelliğinle yer gök aydınlansın Dünyayı çevresine ışık saçan cennet haline getir! Dudağındaki lezzeti tattır, cennetteki kevser suyu ile dolu havuzdan içmiş gibi olayım! Amber kokulu saçını çöz de cihan güzel kokularla dolsun. 2. Mihri Hatun Kültür seviyesi yüksek bir aileye mensup olan Mihrî Hatun, bazı kaynaklara göre 1460’lı yıllarda dünyaya gelir. Amasya’da yetişen şair, buradaki edebiyat meclislerine katılarak kendini geliştirir. Arapça ve Farsça’yı öğrendiği, kendi şiiri ve kaynaklar ile sabittir. Mihrî Hatun bilgisi kültürü ve en önemlisi şairlik yönüyle, o yıllarda Amasya’da bulunan II. Bayezid’in çevresinde oluşan edebi çevreye girer. Bu durum, II. Bayezid’in Amasya’daki şehzadeliğinin son yıllarına rastlar. Ardından Bayezid’in oğlu Şehzade Ahmed’in Amasya valiliği sırasında 1481 – 1512, bu çevre içerisinde olmaya devam eder. Güzelliği ile bilinen Mihrî Hatun birçok talibi olmasına rağmen evlenmez. Mihrî Hatun’un Necâtî, Makâmî, Güvâhî, Afitâbî, Münîrî gibi kendi devrinin önemli şairleriyle ile dostluğu bilinmektedir. Kaynaklar Mihrî ile Zeynep Hatun’un birbirlerini tanıdıklarını, mektuplaştıklarını ve ikisinin de Amasya’da Şehzade Ahmed’in sarayındaki edebi muhite dahil olduklarını yazar. Mihrî Hatun’un şair tezkirelerine kadar giren gönül meseleleri içinde Fatih Sultan Mehmed’in veziri Sinan Paşa’nın oğlu İskender Çelebi’nin ve Hatemî mahlaslı Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi’nin adı geçer. Mihrî Hatun, bu kişilerle aynı edebi muhiti içinde tanışmıştır. Şiirlerinde onlara karşı ilgisini, aşkını kimi zaman açıkça, kimi zaman da dolaylı olarak ifade etmekten çekinmeyen Mihrî Hatun, döneminde bir şair kadın için gerçek duygularını dışa vurmada ve aşkındaki samimiyette oldukça cesur sayılabilir. Mihrî Hatun için edebi ortamda kabul görmek, erkek şairlerle boy ölçüşmek, onların şiirdeki başarısını yakalayabilmek en zoru olmuştur şüphesiz. Beyitleri arasında olgun kişilerin, işini bilen akıllı bir kadını, işinin ehli olmayan bin erkekten daha üstün tutması gerektiğini ileri sürdüğü düşünceleri, o dönemin toplumunda hakim olan değer yargılarına ciddi bir eleştiri olarak ele alınabilir. Mihrî hayranı olduğu ve yaşadığı çağın en büyük şiir otoritesi diyebileceğimiz Necâtî’ye, onun kendisini hor görüp kınamasına rağmen nazire yazmayı sürdürür. Mihrî’nin burada dönemin en büyük şairlerinden birine, şiirini onaylatma kaygısını taşıdığını söylemek mümkündür. Osmanlı döneminin Divan’ı elimizde bulunan ilk kadın şairi de olan Mihrî Hatun, Divan Edebiyatı geleneğine uygun erkekçe söyleyişlerin yanında, kadınsı duygularını dışa vurduğu şiirlerin de sahibidir. Bazı şiirlerinde, hemcinsine aşkını dile getirerek, döneminin tabularını zorlayan ve düşündüklerini cesurca söylemeyi başaran Mihrî Hatun, bu nedenle Antik Yunan kadın filozofu ve şairi Sappho ile kıyaslanmıştır; Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer, onu Türk Sappho’su olarak isimlendirmiştir. Ancak sevgili ve aşık tasvirleri divan şiirinde şaire göre değişmez, ortak benzetmelerle yapılır. Bu nedenle şiir içindeki sevgili, hükümdar, efendi veya ilâhî aşk düzleminde Tanrı olarak yorumlanabilir. Çünkü hepsi aşığın nezdinde ulaşılmaz olandır; aşık ise köledir, kuldur. Klasik Türk şiirindeki bu hiyerarşik yapı, gül sevgili ile bülbül aşık, şem sevgili ile pervâne aşık gibi farklı örüntülerde de karşımıza çıkar. Aşkın bu derin ve çok yönlü içeriği Divan şiirinde sevgilinin sadece kadın olarak algılanışını ortadan kaldırır. Doğal olarak kadın şairlerin de aşık olarak aynı pozisyonda olabileceği kabulünü getirir. Levnî Minyatürü Venüs yüzeyinde keşfedilen kraterlere dünya tarihindeki önemli kadınların isimleri verilmiştir. NASA 90’lı yıllarda keşfettiği kraterlerden birine Khatun, yani Hatun ismini verir. NASA’nın resmi kaynaklarına göre, Mihrî Hatun anısına bu isim verilmiştir. Hollanda, Almanya ve Belçika’nın milli eğitim müfredatında bazı beyitleri yer alır. Mihrî Hatun’un divanını ortaya çıkaran bir Rus Türkolog’tur, 1967 yılında ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Mihri Hatun’un ünlü divanını basar. 2005 yılında 9. İstanbul Bienali’nde İngiliz sanatçı Cerith Wyn Evans bir projektör aracılığı ile ışıktan harflerle gökyüzüne Mihri Hatun’un “Uykuda açtım gözümü” diye başlayan gazelini gönderir. Râzıyam cânâ gerek ağlat gerek güldür beni Dönmezem senden gerek dirgür gerek öldür beni Mihrî’yem aşkunda dahi nice yıl yeldür beni Sâdıkam yolunda ben Allah hakkıçün begüm Ey sevgili! Beni ister ağlat, ister güldür, razıyım. İster yaşat, ister öldür senden vazgeçmem. Ben nice yıl aşkının peşinden koşacak olan Mihrî’yim. Beyim, Allah hakkı için ben senin yolunda sadığım. 3. Leyla Saz 1850 – 1936 Babası, II. Mahmut ve Abdülmecid dönemlerinde saray doktorluğu yaptığı için Leyla Saz, Abdülmecid, Abdülaziz, IV. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed Reşad ve Vahdeddin dönemlerine yakından şahit olur. İmparatorluğun zor günlerine, Cumhuriyet’in kuruluş mücadelesine de tanık olur. Abdülmecid’in kızı Münire Sultan’ın nedimesidir, dolayısıyla onunla birlikte eğitim görür. Leyla Hanım, sarayda ilk piyano derslerini alanlar arasındadır. Fransızca, Rumca, Arapça ve Farsça öğrenir. Devrin çok ünlü bestekar ve hocalarından önce Batı musikisi, daha sonra da Türk musikisi dersleri alan Leyla Hanım, hatıratında haremdeki müzik hayatından şöyle bahseder “Batı musikisi fanfarı ve orkestrası haftada iki, Osmanlı musikisi takımı haftada bir defa ders görürdü, bale dersleri için ayrı bir salon bulunmaktaydı. Harem-i Hümayun kadınlar orkestrasının bir konserinde pantolon ceket giyen kızların saçları kısaydı ve hepsi başlarına fes giymişlerdi. Türk musikisi meşkleri sazendelerin arzularına bırakılan herhangi bir makamda başlar; önce o makamdan peşrev, beste çalınır, daha sonra kemençe taksime başlarken, sekiz on tane genç rakkase içeri girip söz takımının önüne dizilir, kemençenin Karcığar makamına geçmesini bekler ve taksimin bitmesi ile köçeklerin ilk parçası başlar, adımlar atılır, raks başlardı.“ Leyla Saz, 1921 yılında yetmişli yaşlarında iken haremdeki anılarını, Vakit ve İleri Gazetesi’nde yayımlar. Ancak anılarının, bestelerinin ve şiirlerinin çoğu Bostancı’daki köşkü yandığı zaman kaybolur. Yayımladığı anıları, yangından sonra tekrar yazdıklarıdır. Hatıratı, saray çevresi ve harem hayatı konularında gözleme dayanan çok önemli bir kaynaktır. Şiirleri, Solmuş Çiçekler adıyla yayımlanır. Leyla Hanım’ın dili sadedir. Divan edebiyatı kültürü ile yazdığı şiirlerinin yanı sıra, yaşadığı yakın çevre ve halk kültürünün izlerini taşıyan yapıtları da vardır. İlk şiirini 14 yaşında iken yazacaktır; ancak besteci yanı şair yanından daha öndedir. Leyla Hanım’ın, “Yaslı gittim şen geldim” mısrasıyla başlayan marşı bilhassa Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok beğenilmiş, uzun süre dillerden düşmemiştir. “Nerdesin, nerde acep gamla bıraktın da beni” şarkısının bestesi, “Seni sevda çiçeğim, tac-ı serim” şarkısının ise sözleri Leyla Saz’a aittir. 1869 yılında Giritli Sırrı Paşa ile evlenir, 4 çocuğu olur. 1934 yılında Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra Saz soyadını alır; nedenini ise “Kendimi bildim bileli günüm müziksiz geçmedi” ifadesiyle açıklar. Kıl meclisi âmâde ne derlerse desinler İç dilber ile bâde ne derlerse desinler. lemde nedir farkı bana medh ile zemmin Sağ olsun ahibbâ da ne derlerse desinler. Aldırma buluş sevdiğinle, Çıkar keyfini birlikteliğin, ne derlerse desinler. Övgüye de, yergiye aldırmam Dostların canı sağ olsun, ne derlerse desinler. 4. Şair Nigar Hanım 1856 – 1918 Nigâr Hanım, 7 yaşında iken Madam Garos’un yatılı okuluna devam eder. Burada Fransızca, Rumca, Ermenice, İtalyanca, piyano, resim, dikiş, dersleri görür. Daha sonra evde piyano ile dil dersleri Arapça, Farsça alır. Macar kökenli babası Osman Paşa, başta itirazı etse de, ailenin baskısı sonucu kızını 13 yaşındayken İhsan Bey’le evlendirir. Bu evlilikten, Nigâr Hanım’ın 3 oğlu dünyaya gelir. İhsan Bey’in kadınlarla ilişkisi, kumar oynama alışkanlığının yarattığı üzüntü, çeşitli sağlık problemleri, Nigâr Hanım’ı hassas, kırılgan bir yapıya dönüştürür. Doktorların Büyükada’da kalmasını tavsiye etmeleri üzerine, çocukları ve eşinden ayrı yaşamak zorunda kalır. 1889 yılında epeyce uzayan bir dava sonucunda ayrılırlar. Ancak çocukları için 1895 yılında tekrar bir araya gelseler de, 1902 tarihinde bir daha bir araya gelmemek üzere ayrılırlar. “Çocuklarımdan ayrılmamak için her türlü güçlüğe, eziyete göğüs germek istedim; beni hiç sevmeyen bir adamın gözüne hoş görünmeye çalıştım; sevmek ve sevilmek için yaratılmışken bu mahrumiyete bile katlandım. Eyvah ki nasibim gene onlardan ayrılmakmış!“ Nigâr Hanım’ın şiirlerinde Abdülhak Hamit, Recaizade Ekrem, Cenap Şahabeddin, Tevfik Fikret’in etkisi hissedilir. Nigâr Hanım, evinde o dönemin pek çok şair ve yazarını bir araya getirdiği için adeta bir edebiyat meclisi sayılabilecek, Salı Toplantıları’nı düzenler. Recaizade Ekrem ile hepsinden daha yakındır; hatta aralarında duygusal bir yakınlığın olduğu bile söylenir. Şiirin yanında resim ve müzikle de ilgilenen Nigâr Hanım, yanından ayırmadığı ve edebiyatımızda Batı tarzında yazılan ilk günlükler olma özelliği de gösteren güncesine “Alnımın Yazısı” adını verir. Hayatının son yıllarında maddi anlamda zorluklar yaşayan Nigâr Hanım, günlüğüne “Ne olur bir gece hissetmeden sönüversem“ diye yazdığı ölüme, 1918 yılının o soğuk kışında harp yıllarının hastalığı tifüse yenik düşerek kavuşur. Nigâr Hanım’ın şiirlerinde bir sevgili tipi çizmediği gözlemlenir; çünkü şair sevgiliden öte özgürce birini sevebilmeyi arzulamaktadır. Şiirlerinde bir kadın şair olarak yalnızlığını, dışlanmışlığını sıklıkla ifade etmesi ise, arada kalmışlığının yansıması olarak yorumlanabilir. Çünkü modernleşme döneminde kadınlara toplumsal hayatta, annelik, şairlik, yazarlık kimlikleriyle görünür olma olanağı tanınsa da, bu olanak kadınların ancak yine erkek entelektüellerinin belirlediği sınırlar dahilinde kalmalarıyla mümkündü. Şiirlerinde kadınca hislerini ifade etmesi, Fransızca bilgisinden dolayı Batı’ya yaklaşan bir hava bulunması ve evinde ailesi dışındaki erkeklerle babasının izni dahilinde toplantı yapması sebebiyle eleştirilere maruz kalır. İki evlilik arasında evlilik teklifleri alır; Salih Münir Paşa’yla bir gönül macerasının ardından, ulaşamayacağı bir adama aşık olur; günlüklerinde nazenin diye bahsettiği İtalyan Marki Carlotti’ye. O dönemde hem toplumsal koşullar hem de çocuklarının istememesi nedeniyle yeniden evlenmeye cesaret edemez. Bu nedenle, çoğunlukla yalnızlık temalı şiir yazar. Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu günlüklerinden alıntılar ile Şair Nigar Hanım adlı bir kitap yazmıştır. Nigar Hanım’ı şöyle anlatır “İlk bakışta verdiği onca parıltılı ve kalabalık siluete rağmen, kadın kimliği ile alabildiğine tenha ve kırık bir hikayeydi; bestesi şarklı, güftesi garplı. Unutuluşun kucağına zirveden düştü.” Nigâr Hanım’ın şiirleri yaşamından pek çok iz taşır; öyle ki Nazan Bekiroğlu bu özelliği yaşanmışın şiirselleştirilmesi olarak tanımlar. İlk şiirlerinde Uryan Kalp daha sonrakiler de ise Nigâr Binti Osman imzasını kullanan Nigâr Hanım’ın, Efsûs adlı şiir kitabındaki dizeleri Sultan Abdulhamid tarafından çok beğenilir ve Şevkat Nişanı ile ödüllendirilir. Nirân, Aks-ı Sedâ, Elhân-ı Vatan adlı şiir kitaplarının yanı sıra, otuzdan fazla güftesi bulunan Nigâr Hanım’ın en tanınmış güftesi, “Mani oluyor halimi takrire hicabım” adlı şarkıdır. Giyimine ve takılarına önem veren Nigâr Hanım, modası geçmesine rağmen hotoz süs için saça takılan küçük şapka ve yaşmaktan vazgeçmediği gibi, kendisinin yaptığı hotozları birkaç Amerikalı kadın gazeteciye de hediye eder. Feryad ki feryadıma imdad edecek yok Efsus ki gamdan beni azad edecek yok Tesir-i muhabbetle yıkılmış güzel ama Virâne dili bir daha abad edecek yok Kes varsa alakan bana ey tali‟-i dunum Sen var iken alemde beni yâd edecek yok Feryad adlı gazelinde, daha önce sevgilinin muhabbetinin tesiriyle ona aşık olduğunu, ama daha sonra kendisini unuttuğunu dile getirerek gönlünün o tesirle harap olduğundan ve onu tekrar mamur hale getirecek kimsenin bulunmadığından şikayet eder; bütün bunların sorumlusu olarak bahtını gösterir. 5. Makbule Leman 1865 – 1898 Makbule Leman’ın tahsili hakkında kesin bir bilgi yoktur. İbtidaî ilkokul Mektebi’nde okuduğunu, İnas Kız Rüştiyesi’nde ortaokul eğitim gördüğünü, Rüştiye hocasından ders aldığını yazan farklı görüşler bulunur. Eserlerinden ve hakkında yazılanlardan anladığımız kadarıyla, Batı kültürünü içeren bir formasyon almadığını, ancak Farsça bilip, Divan Edebiyatı’na vakıf olduğunu anlıyoruz. 1881 yılında aynı zamanda şair de olan Dahiliye Müsteşarı Mehmed Fuad’la evlenir. Beşiktaş’daki konaklarının selamlık kısmını kız öğrenciler için düzenler; kendisi de Osmanlıca dilbilgisi ve Farsça dersleri verir. Asıl adı Fatma Makbule olan yazarın mahlası ise Leman’dır; 1891 yılından sonra Makbule Leman adını kullanır. Bu dönemde en uzun süreli yayımlanan ve yazarlarının çoğunluğu kadın olan Hanımlara Mahsus Gazetesi’nde çalışmaya başlayan Makbule Hanım, Hazine-yi Fünûn Dergisi’nde ve Hanımlara Mahsus Gazetesi’nde çıkan manzum-mensur eserleri ile yayımlanmamış yazılarını derlediği Ma’kes-i Hayâl adlı tek eserini 1897 yılında yayımlar. Tevfik Fikret, Makbule Leman’ın Ma’kes-i Hayal kitabı için övgü dolu bir yazı yazar. Makbule Leman, baş yazarlığını yaptığı Hanımlara Mahsus Gazete’nin kadrosu ile ortada sehpanın önünde oturan Ma’kes-i Hayâl’de sekiz şiir, üç öykü ve bir de okuyucuya yazılan mektup vardır. Şiirlerinde lirik söylemi tercih eden ve özellikle de fiziksel rahatsızlığının duygusal atmosferinden kurtulamayan Makbule Leman, öykülerinde ise feminal söylemi metnine dahil ederek, toplumun kabulleri doğrultusunda yenilikler sunan, modernleşmeye açık bir kadın yazar kimliği ile karşımıza çıkar. Düz yazılarını, kadına, kadın-yazar perspektifinden bakarak, erkekleri de sadece eleştirmek amacıyla değil, hem kadın hem de erkeği bilinçlendirmeyi hedefleyen feminal bir söylem çerçevesinde oluşturur. Makbule Leman’ın şiirlerinin dili, hikayelerinin dilinden daha ağırdır. Aruz vezni ile yazması, dini şiirlerinde geleneği devam ettirmeye çalışması, bazen dile fazla önem vermemesi, onun şiirini biraz ağırlaştırır. Makbule Hanım’ın çocukluğunda başlayan hastalığı, sonraları daha da ilerler; on yedi sene süren evliliğinin ilk üç yılında sağlığı yerindedir. Son on dört yılında ise hastalıkla boğuşmuştur. Hastalığının ne olduğuna dair elimizde tam bilgi bulunmaz. Çocukluğundan itibaren gözlerinde görme bozukluğu olduğunu, diz kapaklarında problem olduğunu ve 4 kez ameliyat olduğunu biliyoruz. Makbule Leman, 1898 yılında henüz 33 yaşında yaşama veda eder. Kadınlık Kadınlık, ruh-ı mânâ-yı fazilet Kadınlardan gelir efkâra vüs’at; Nezaketler içinde bir metânet, Nümayandır kadınlarda hakikat. İki hemşiredir iffet ile zen, Vefâdâri, nezahet, hüsn-i ahlâk Cihanda hep bu ehsâs-ı lâtife Emanettir bu mâhluk-ı zayıfa. Fazilet kadının ruhunun manasıdır. Kadın, aile içinde temel değerleri korumaya sebat ederken, metanetini nezaketle birleştirir. Kadın realisttir, iffetlidir, temizdir, ahlaklıdır. Bütün bu kıymetler, o zayıf mahluka emanet edilmiştir. 6. İhsan Raif 1877 – 1926 İhsan Raif Hanım, yaşadığı döneme göre ekonomik ve sosyal açıdan şanslı sayılabilecek bir ailenin çocuğu olarak Beyrut’ta dünyaya gelir. Babası, Ayan meclisi üyelerinden Köse Raif Mehmed Paşa’dır. İhsan Hanım, evde özel dersler ile dönemine göre oldukça donanımlı ve ileri düzeyde eğitim alır. Fransızca’yı, Batı ve Türk musikisini ve çok iyi derecede piyano çalmayı öğrenir. Rıza Tevfik’ten edebiyat dersi alır. Nişantaşı’nda Rumeli Caddesi’nde bugün hala duran Taş Konak’ta yaşayan İhsan Raif, odasındayken kapı açılır ve içeriye sonradan Reji memuru Osmanlı’da yabancıların yönetiminde olan Tekel İdaresi Mehmet Ali Bey olduğunu öğrendiği bir adam girer. Kapıyı açmak dışında, bir suçu olmasa da, babası Raif Paşa adeta onu sorumlu tutar. Daha sonra Mehmet Ali Bey’in evlenmeye mecbur bırakmak için, arap bacıları kandırıp konağa girdiği ve İhsan Hanım’ın deyimiyle ona karalar çaldığını anlayacaktı. “Babamın terazisinin şaştığını hiç görmedim ben. Onu Hazret-i Ömer adaletinin timsali bilirdim. Benim istikbalimi tartarken adil olmadı o terazi. Mehmet Ali’yle nikâhlanmaktan başka çıkar yolum kalmadı. Günlerce gözyaşı döktüm, haftalarca yalvardım. Babacığım, masumum, bana kıyma, derslerimi tamamlayayım, yaşım küçük, beni yakma, dizlerine kapandım. Beni sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et…” İhsan Raif Hanım, 13 yaşında evlendirildiği, hiç anlaşamadığı ve çapkınlıklarından bıktığı kocası Mehmet Ali Bey’den boşanır. 27 yaşında 3 çocuk annesi bir kadının eşini boşaması, o devrin aile ve toplum yapısına uymayan bir durumdur. İhsan Hanım’ın ikinci evliliği kısa sürer. Eşinin zorla kendisine elini öptürmek istemesi üzerine ondan ayrılır. İhsan Raif Hanım üçüncü evliliğini ise yazar Şahabettin Süleyman ile yapar. Kendisinin şiire ve edebiyata olan merakı ile eşi sayesinde içinde bulunduğu edebiyat çevresine kendisini kabul ettirir ve bu zümreye dahil olmayı başarır. 1916 yılında doktorlarının sağlıklarına iyi geleceğini söylemesi üzerine Davos’a giderler, ancak eşi orada İspanyol gribinden hayatını kaybeder. Üzüntü içindeki İhsan Hanım, Davos’tan dönerken arkadaşları Bell, onunla birlikte İstanbul’a gelir. Bir süre sonra evlenirler; Bell Müslüman olarak Hüsrev adını alır. Bu evlilikten 7 sene sonra İhsan Hanım rahatsızlanır ve 1926 yılında 49 yaşında hayatını kaybeder. Hece vezniyle yazan ilk kadın şair olan İhsan Raif’in lirik şiirlerinde, hocası Rıza Tevfik’in etkisini açıkça görmek mümkündür. İhsan Hanım’ın bir diğer eleştirildiği konu da Millî edebiyat akımını benimsemesine rağmen, Arapça ve Farsça terkipleri şiirlerinde kullanmasıdır. Şiirlerinde millî konuları, askerlik, şehitlik, vatan, ülkenin karşı karşıya kaldığı saldırılar ve verilecek tepkiler, ince ve melankolik aşk duyguları gibi konu ve kavramları işlemiştir. İhsan Hanım, özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında, vatan ve milleti ilgilendiren konulara yönelir. Bu duruma, 1911-1915 yılları arasında oluşan Milli Edebiyat topluluğu etkili olmuştur. Onun şiirlerine genel itibari ile baktığımızda kadınsı, aşk dolu ve yoğun duygu içerikli şiirler olduğunu görürüz. Yayınlanmış tek şiir kitabı Gözyaşları’dır. İhsan Raif Hanım’ın birçok şiiri bestelenmiştir. “Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime”, “Seni görmek seni sevmek emeliyle yaşarım” en bilinen güfteleridir. Erol Büyükburç’un Ağlarım adlı şarkısı İhsan Raif’in şiirinden bestelemiştir. Söyletme Söyletme beni derdim büyüktür Ümidim, gönlüm çoktan sönüktür Hayatım bana bir koca yüktür. Gönül bağında baykuşlar öter. Aşk rüya imiş gördüm, uyandım; Muhabbet baki kalacak sandım; Beyhüde yere ateşe yandım; Bu acı bana ölümden beter. 7. Yaşar Nezihe 1881 – 1971 “Silivrikapı’nın fakir bir sokağında, fırtınanın çatıları titrettiği bir kış gecesinde doğmuşum. Doğduğum gece evimizde damla gaz yokmuş! Annemi altı yaşımda kaybettim. Dört kızı ölmüş bir ailenin tek kızı idim. Yoksulluk içerisinde büyüdüm. Ailemiz, belediyede kantar memuru olan babam sarhoş Kadri Efendi, kötürüm ve yaşlı bir amca ile zalim bir teyzeden oluşuyordu.” Küçük yaşta ölen kardeşlerinin akıbetine uğramasın diye kendisine Yaşar Zeliha adı verilmiştir. Daha sonra ilk eşi Yaşar Zeliha ismini beğenmez, Yaşar Nezihe’ye çevirir. Babası okumasına izin vermese de, bir yıl okula gider ve okumayı öğrenebilir. Kendisinden 27 yaş büyük olan Atıf Zahir Efendi ile evlendirilir; eşi çocuğu olmuyor diye boşar. İkinci eşi mühendis Fevzi Bey’le beş buçuk sene süren evliliğinden Sedat, Suat ve Vedat isimli üç oğlu olur. Fevzi Bey, bir süre sonra aşık olduğu birinin peşine takılarak eşini ve çocuklarını yüzüstü bırakıp gider. Sedat ve Suat besin yetersizliğinden ölürler; şiirlerinde sık sık bu acısını dile getirecektir. Oğlu Vedat tek dayanağı olur. Yazma bilmeyenlerin mektuplarını yazarak ve dikiş işleriyle geçimini sağlar. Cumhuriyet’in ilk yıllarında nasıl geçindiğini şöyle dile getirir “On yedi sene Esirgeme Derneği’ne daha sonraki yıllarda, Kızılay’a iş işledim. Şark Eşya Pazarı’nda dikişçilik yaptım. Darphane’de İstiklâl madalyalarının kurdelelerini diktim.” Yaşamının kolay olmadığını iki kez intihar girişiminde bulunarak gösterir. Yazmasında teyzesinin rolünün büyük olduğunu söyler. Teyzesi, gençlik çağında yaşadığı aşkı, sevgilisini unutamaz; geceleri Yaşar Nezihe’ye anlatır. İşte bu aşk hikâyeleri Yaşar Nezihe’yi çok etkiler. Fakat yazmasının en önemli nedeni, elbette kendi yaşamıdır. Toplumcu bir şair olarak anılmasının sebebi yaşadığı yoksulluktur. İlk kadın işçi şair, ilk sosyalist kadın şair şeklinde isimlendirmeler, Yaşar Nezihe’nin bugüne kadar ulaşan ve onu popüler kılan bir yönü olmuştur. Yusuf Niyazi ile yaptığı üçüncü evliliği sadece elli gün sürer. Zira eşi daha önce ayrıldığı eşlerini eve getirerek, birlikte yaşamayı teklif eder. Ancak ayrıldıktan sonra kırk yılı aşkın bir süre mektuplaşırlar. Yusuf Niyazi, 1917 yılından 1928 tarihine kadar çıkardığı Nazikter Gazetesi’nin baş şairi olarak Yaşar Nezihe’yi tercih eder. 1923 yılında Mürettipler Cemiyeti ile gazete sahipleri arasında, çalışma saatlerindeki anlaşmazlık nedeniye greve gidilir. Bu greve destek vermek üzere Yaşar Nezihe, haksızlığa uğrayan işçileri savunduğu Gazete Sahiplerine isimli bir şiir yazar. Daha sonra, 1 Mayıs ve Kızıl Güller adlı şiirlerinde de aynı üslubu devam ettirir. 1925 tarihinde komünistlik suçlaması ile gözaltına alınır. Gözaltına alınmasına dair değişik sebepler öne sürülür. Şiirlerinin yanlış yorumlanmasının bu tutuklanmanın nedeni olduğu, açlıktan şikâyet için 1920’lerde Ankara’ya çektiği telgraf dolayısıyla tevkif edildiği de söylenir. Kısa bir süre sonra serbest bırakılır. Bir Deste Menekşe, Feryatlarım adlı 2 şiir kitabı vardır. Soyadı kanunu çıkınca Bükülmez soyadını aldı. Yaşar Nezihe, 5 Kasım 1971’de yaşamını yitirmiştir. Ölmeden önce son isteği olan, çocukluğunun geçtiği sokağa kendi adının verilmesi hala yerine getirilmemiş bir vasiyetten öteye gitmemiştir. Ey İşçi! Bugün hür yaşamak hakkı seninken Patronlar o hakkı senin almışlar elinden Sa’yınla edersin de tufeylîleri zengin Kalbinde niçin yok ona karşı bir kin 1 Mayıs şiiri 8. Şükufe Nihal 1896 – 1973 Pınar Kür’ün annesi İsmet Kür, Yarısı Roman adlı eserinde Şükûfe Nihal’i şöyle anlatır “Şükûfe Nihal hemen her görenin aşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. Güzel denemezdi pek. Gözleri çukurdu ve ufaktı… Boyu hiç uzun değildi. Beden çizgileri dikkati çekmekten uzaktı. Ne ki, zarifti, her zaman bakımlı ve çok şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine çok güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan da, bu dünyaya metelik vermeyen haliydi. Ve de o sıralar, hayran olunacak kadın sayısı da çok değil miydi? Ya da nitelikleri mi farklıydı? Sanırım, biraz öyle. Çocukluğumda, şıklık sembolüydü benim için. Onun üstünde görüp hayran olduğum kimi renkleri, kimi desenleri hala sevdiğimi biliyorum. Çok kaprisli bir kadındı. Biraz cıvıltıya benzeyen, kendine özgü ve de hoş konuşma biçimi vardı. Evet, pek çok kişi sevdalanmıştı, zamanın en gözde şairlerinden biri olan bu kadına.” Liseyi bitirdikten sonra, 1914 yılında sadece kız öğrencilere eğitim veren İnas Darülfünunu kazanır. Ancak istemediği halde 16 yaşında Mithat Sadullah evlendirilmiştir; bu nedenle okula alınmaz. Ancak okumayı çok ister, intihar girişiminde bulunur evlenmek istemediği için daha önce de böyle bir girişimi olur, ardından bir oğlunun dünyaya geldiği eşinden ayrılır. 1918 yılına kadar aynı okula devam eden sanatçı daha sonra Darülfünun’a erkeklerin devam ettiği üniversite nakledilir. ı919 yılında Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nü bitirir; böylece ilk kadın üniversite mezunu olur. Şükûfe Nihal, 1930’lu yıllardan başlayarak uzun bir süre devrinin önemli şahsiyetlerini bir araya getirerek edebi nitelikte bir kulüp oluşturur. Mekan olarak önceleri Fatih’teki evini, daha sonra ise Serkl Doryan Beyoğlu’nda bulunan kulüp ve Hilton’un Lalezar salonunu tercih eder. İşte bu toplantılarda bir hayli fazla hayran kitlesi oluşur. Nazım Hikmet, Ahmet Kutsi Tecer, Faruk Nafiz Çamlıbel, ama en acısı Cenap Şahabettin’in kardeşi şair Osman Fahri’dir. Fahri, Şükûfe Nihal’in ilk eşi Mithat Sadullah Sander’in de yakın dostudur. Arkadaşının eski eşine aşık olmayı yakıştıramadığından, aşkına karşılık bulamadığından İstanbul’u terk eder, Elazığ’a öğretmen olarak gider; orada 1920 yılında intihar eder. Şükûfe Nihal, daha öncesinde ona karşı bir şey hissetmemiş olsa da; sonrasında aşkı yüzünden canına kıyan Osman Fahri’yi unutamaz. Şu dizeleri Osman Fahri için yazmıştır Nerdesin? Toprakta mı, havada mı suda mı? Nasıl buldun bu vahşi gecelerde odamı? Hasretim şefkat, şiir, aşk dolu ellerine… İkinci evliliğini Ahmet Hamdi Başar ile yapar, ancak daha sonra ayrılır. 1962 yılında karşıdan karşıya geçerken bir arabanın çarpması sonucu birçok ameliyat geçirir ve yatağa mahkum hale gelir. Ardından kızı Günay’ın bebeğini doğururken ölmesi, içine kapanmasına neden olur. Yakın arkadaşları zaten karakter olarak zor ve geçimsiz olduğunu söylerler. Arkadaşları tarafından huzurevine yerleştirilir. Oğlu da annesinin haline üzülüp, onu böyle görmek istemediğinden ziyaret etmez. Huzurevinde 1973 yılında hayata gözlerini kapar. Şükûfe Nihal, birçok kadın derneğinde aktif görev almış, gazete ve dergilerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmış, hikâye ve romanlarında kadın kahramanları öne çıkarmış ve şiirlerinde kadın sesini duyurmaya çalışmıştır. Şükûfe Nihal’in ilk kitabından son kitabına kadar bütün şiirlerinde ağırlıklı olarak Tevfik Fikret’in, yer yer de Beş Hececilerin etkisi hissedilse de, her şiir kitabında daha da gürleşecek olan kadın sesini duyurmayı başarır. Şükufe Nihal’in, Yıldızlar ve Gölgeler, Gayya ve Hazan Rüzgarları, Yakut Kayalar, Su, Sıla Yolları, Sabah Yolları, Yerden Göğe isimli şiir kitapları bulunur. Güldümse inanma, bil ki bu gülüş Güldüğüm sabahın bir rüyasıdır Dudaklarımdaki acı bükülüş Veda akşamının sonsuz yasıdır Hangi kudret var ki solan ruhuma Senden sonra yeni bir ışık versin Söner gün geçince bu hain humma Ağlar mıyım başka acıyla dersin? İnanma adlı şiiri 9. Halide Nusret Zorlutuna 1901 – 1984 Halide Nusret Zorlutuna, babasının sürgüne gönderilip, tutuklanması nedeniyle zor bir çocukluk geçirir. Uzun bir süre evde özel hocaların refakatinde, ardından Erenköy Kız Lisesi’nde eğitimini sürdürür. Babasının ölümüyle eğitimini yarıda bırakarak ailesinin geçimini sağlamak için çalışma hayatına atılır. 1919 yılında Darülmuallimat’ta girdiği öğretmenlik sınavını kazanarak Özel Âşiyan İdadisi’ne Türkçe öğretmeni olarak atanır. Öğretmenliğin ardından Posta-Telgraf Kalem-i Mahsusu’ndaki kısa süreli çalışma hayatı da olur. 1921 yılında öğrenimine kaldığı yerden devam ederek İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirir. Hece ölçüsünde yazılmış şiirleri yanında romanları da bulunur. Şiirlerinde ince, hassas, ruhun derinliklerinden gelen bir lirizm ve söyleyiş vardır. Şiirlerinde sade bir dili tercih eden sanatçının ilk şiir kitabı 1930’da yayımladığı Geceden Taşan Dertler’dir. Ardından sırasıyla Yayla Türküsü, Yurdumun Dört Bucağı ve Ellerim Bomboş adlı şiir kitaplarını yayımlar. Halide Nusret’in ilk şiir kitabında, romantik tarzıyla aşk ve ayrılık konuları etrafında şekillenen şiirler yer alır. Diğer şiir kitaplarında ise bu tarzın etkisini büyük oranda kaybettiği görülür. Halide Nusret’in diğer eserlerinde olduğu gibi şiirlerine de yansıyan milliyetçi tavrın ardında küçük yaştan beri şahit olduğu olaylar yer alır. Milli Mücadele’nin ardından Anadolu, edebiyatçı ve entelektüellerin ilgi odağı haline gelir. Halide Nusret, bu dönemde gelişmeleri yakından takip eder. Bu sırada Millî Mücadele taraftarı olan Türk Ocağı gibi bazı kurumlarda da aktif rol oynasa da, ailesinin geçimi ile yükümlü oluşu Anadolu’da aktif rol almasını engeller. İlk eserinden son eserine kadar yazdıkları gerek dil ve üslup gerek şekil ve teknik, gerek muhteva bakımından Milli Edebiyat akımının ideallerine bağlıdır. Kadının modernleşmesi ile ilgili önemli adımların atıldığı bir dönemde kadın haklarını savunan Halide Nusret, feminist hareketin içinde yer almamakla birlikte kadınların erkeklerle eşit haklar elde etmesi gerektiğini savunmuştur. Halide Nusret öğrencileriyle 1957 yılında 33 yıllık eğitimci kimliğine noktayı koyarak emekliye ayrılır. Türk Kadınlar Birliği tarafından 1966’da Yılın Annesi unvanına layık görülür. Gerek oğlu ve kızı, gerekse öğrencilerine yaklaşımındaki şefkat ve ilgi, bu ödülü fazlasıyla hakettiğini gösteriyor. İpek kalpli bir şair olarak tanınan Halide Nusret’in kardeşi yazar İsmet Kür anılarında, ablasının herkesi, her şeyi sevmek, düşünmek, başkaları için çabalamak ve yorulmak gibi birtakım huylara sahip olduğunu yazar. Genç yaşlarından itibaren sosyal kuruluşlarda ve hayır cemiyetlerinde çalıştı. Türk Kadınlar Birliği, Türk Ocakları, Halkevleri, Muallimler Birliği, Yardım Sevenler Derneği, Söroptomistler, Çocuk Haklarını Müdafaa Cemiyeti ve Çocuk Esirgeme Kurumu Himaye-i Etfal Cemiyeti yönetim kurullarında uzun yıllar hizmet verir. 1959’da Türk Anneler Derneği’ni kuruluşuna öncülük eder. Türk Dil Kurumu’nun da kurucu üyelerindendi. Yazar Emine Işınsu’nun annesi, yazar Pınar Kür’ün de teyzesidir. Zorlutuna aldığı dini terbiyeyi ömür boyu devam ettirmiş; özellikle yaşı ilerledikçe dini-tasavvufi bir hayat sürdürmüştür. Çekil bu gölgeli yolda gezinme… Bahar, bakışların yine pek sarhoş. Yanılıp gönlüme misafir inme Kapısı kilitli, mihrabı bomboş Mabettir orası, meyhane değil! Altınlı başında papatya niçin? Sarı saçlarına pembe gül takın! Git bahar, gönlümde ibadet için, Diz çöken kızları ürkütme sakın, Kalbime girme, o kâşâne değil! Ziyalar, kokular, renkler, çiçekler… Ömrünün her günü bir başka düğün, Bülbüller koynunda aşkı çiçekler Güller dökülürler göğsüne bütün!.. Gerçekten güzelsin, efsane değil! Git bahar, git bahar, uzaklarda gül! Denize renginden bırak hediye Ufuklarda gezin, semaya süzül Sokulma kalbime peymane diye Gördüklerin kandil, peymane değil! Git Bahar şiirini İstanbul’un işgal edilmesi üzerine 1919’da yazmıştır. 10. Gülten Akın 1933 – 2015 Yozgat doğumlu olan Gülten Akın, hayalinde Tıp Fakültesine girmek istese de, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu sınavını kazanır, ancak Ankara Hukuk Fakültesi’ne yazılır. Öğrenimi sırasında bir yandan da İçişleri Bakanlığı’nda çalışır. Üniversiteyi bitirdiği 1956’da Yaşar Cankoçak ile evlenir; aynı zamanda ilk şiir kitabını da çıkarır Rüzgâr Saati. Eşinin kaymakam olarak bulunduğu Gevaş, Alucra, Gerze, Saray ilçelerinde ve Kahramanmaraş’ta öğretmenlik, avukatlık yapar. Beş çocukları dünyaya gelir. “Ah kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya” diyen Gülten Akın şöyle anlatır şiiri 1994 yılında TÜYAP Ankara Kitap Fuarı’nda yaptığı söyleşide “Şiir, dizelere sıkıştırılmış bir nükleer enerji. Şiir, parçalanacak, patlayacak olan şey. İşte düzeni, egemenleri korkutan şey. Şiir hem haz, hem derinlik, hem sonsuz bir bağımsızlık, bağsızlık, hem çok ince bir denge, bir iç düzen. Sabır ve coşku.” “İnce Şeylere Yolculuk başlıklı söyleşisinde erkek işi olarak nitelendirilen, kadınların yapamayacağı düşünülen şiir yazma işini yaşamımın ana çizgisine yerleştirip bunu kırk üç yıldır sürdüren bir kadınım.” der. Toplumsal şiirin enerjisini, İkinci Yeni’nin imgesel zenginliğini ve kadın olmanın duyarlılığını şiirinde buluşturan Gülten Akın’ın ilk şiirleri daha çok ben merkezlidir. Yaşamla doğa, yaşamla çevre arasındaki sonsuz akışa bir ayna tutar. İnsanlara, doğa ve topluma yaklaşabilmek ve onlarla bütünleşebilmek için ilkin kendini tanımaktan yola çıkar. Bu yaklaşım başlangıçta ürkek ve çekingendir. Yavaş yavaş kendinden çevresine, ülkesine, halkına ve dünyaya açılır. Kadın sorunlarına değinir. Ardından kitle ve insanlık sorunlarına eğilir. İlk başlarda Cahit Külebi ve Behçet Necatigil’den etkilenen Gülten Akın, zamanla ürettiği yeni çok boyutlu şiirlerinde engin bir soluk ve ufuk kazanır. “Pırıl pırıl beş çocuk yetiştirdim. Yetiştirdiğim çocuklara halkınızı, insanları sevin, kimseyi incitmeyin dedim. Onları sosyalist olarak yetiştirmeye çalıştım. Bunun sonunda en büyük acıyı da orada gördüm.” der. 1970-1980 arasındaki on yıl Türkiye’nin en sancılı dönemidir. Davaların, sürgünlerin yerini cezaevleri, işkenceler, zulümler almıştır. Gülten Akın ve ailesi de sekiz yıllık bir pay alır bu dönemden. Gülten Akın’ın oğlu sekiz yıl cezaevinde kalır. Oğlu cezaevinde yazdığı şiirlerinin yayınlanmasını istemez, yaşadıklarını protesto eder. Oğlunun bu davranışı nedeniyle o da şiirden uzaklaşsa da, daha sonra tekrar şiire geri döner Akın, ilk şiir kitabını yayımladığı 1956 yılından son şiir kitabını yayımladığı 2007 tarihine kadar toplamda on beş şiir kitabı yayımlar. Gülerken yüzün Dem çeken bir güvercinin sesini İçin için büyüyen çimenleri Baharda lunaparkı, bayram yerini Ve alışkanlıklar dışında her şeyi Gülerken yüzün Aşıyor geçmişin acılarını Kendini yarına değiştiriyor Gülerken yüzün Sanki çarmıhını kırmışsın Senin ve ardından geleceklerin Aylası alnına düşmüş gecenin Oturmuş ağlıyor kendisi Bunu öyle candan öyle yürekten Öyle bir tutkuyla istiyorum ki Aklımda hep öyle kalmalısın Gülerken Yüzün şiiri 11. Türkan İldeniz 1938 – Türkan İldeniz, 1956 yılında lise son sınıf öğrencisiyken Varlık Dergisi’ne gider “Varlık’a ilk defa şiir götürüşüm. Yaşar Nabi’nin yayınlanamaz gerekçesiyle geri verişi. Şunları, şunları okuyun öğütleri… Benim itirazlarıma gözlükleri ardına gizlenerek incecik, yarım ve iğneli gülüşü. O öfkeyle karlar altında dört kilometre yaya yürüyüşüm. Ve sonuç olarak dört defter dolusu şiirleri yakışım. Yeni bir yöntemle altı ay geceli ve gündüzlü şiir çalıştım, şiir yaşadım. Şiir benim için kaçınılmaz bir tutku olmuştu artık. Ve altı aylık çalışmamın ürünü olan şiiri okurken Yaşar Nabi’nin beğendiğini gösteren tebessümü. Ondan beri özellikle Varlık’ta süregelen şiir çalışmalarım. Başkaldırışlarım.” Türkan İldeniz, 1957 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlar. Burada, Demir Özlü, Onat Kutlar, Erdal Öz, Yılmaz Güney Attila İlhan, Anıl Meriçelli, Yaşar Faruk İnal, Ayhan Kırdar, Behzat Ay, Mahmut Makal gibi edebiyatçılarla tanışır. 1959 yılında gazeteci Bilgin Peremeci ile evlenir, hamileliği nedeniyle okulunu bırakır. 1963 yılında ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın bölümünde memurluk görevine başlar. Taşra Kızının Deliceleri, Havva Çıkmazı adlı 2 şiir kitabı bulunan Türkan İldeniz, her zaman sade ve anlaşılır bir dil kullanmayı tercih eder. Şiirlerinin çıkış noktasını gözlemlediği gerçekçi insan manzaraları oluştururken, özellikle kadının tarihsel gelişimi içinde tüm yaşadıkları üzerinde durur. Sanatında kadın konusunu derinleştirerek özgün bir şekilde işlemesi şairin takdir edilmesinde ve bir dönemin en iyi kadın şairi olarak anılmasına neden olur. İldeniz, yıllarca şiirin nesnesi durumunda olan kadını özne haline getirerek kadın ağzından şiirler kaleme alır. Şiirinde evrensel olarak tüm kadınların sesini duyurması, kadının ağzından cesurca bir söyleyişle şiirler yazması, şairi Türk Edebiyatı’nda önemli bir yere konumlandırır. Taşra Kızının Deliceleri adlı ilk kitabında, daha çok genç bir kızın duygulanımlarını anlattığı samimi, lirik bir söyleyişe sahipken, ikinci kitabı Havva Çıkmazı’nda çoğunlukla toplumsal konulara ağırlık verirmiş, kadın konusunu da olgunlaştırarak işlemeye devam etmiştir. İlk kitabındaki 14 şiiri ile şiir sergisi açar ve bu sergi o dönem sanat dünyasında çok beğenilir. İldeniz’in sanat hayatı boyunca etkilendiği tek isim Attila İlhan olmuştur denilebilir. Zaten İlhan, 1940’larda girdiği edebiyat dünyasında sadece Türkan İldeniz’i değil, pek çok sanatçıyı etkilemiştir. 1969 yılında on yıllık evliliğini bitirdikten sonra kızları Ece ve Ege’yi büyüten ve bir dönem annesi kaza geçirdiği için ona da bakan şair, edebiyat dünyasında bir süre aktif olamaz. 1971 yılında Varlık’ta yayınladığı Kumarbaz adlı şiiriyle edebiyat dünyasında tekrar yankı uyandırarak dikkatleri üzerine çekse de devamı gelmez. Sayısını unuttuğum günlerce bekleyişten ben yorgunum rıhtım taşları yorgun ard arda gecen gemiler durmuyor bu limanda duranlardan sen çıkmıyorsun. Bil ki katıksız sancılara razıyım yokluğun olmasa bil ki bir avuç biber gözlerime serpilen Ellerimde soğumadı ellerinin izleri durup şiirler yazıyorum yoluna. İçimde sıkıntının en dayanılmaz şekli kaçıncı kere saatleri susturuyorum bensiz çözülüp, sensiz bağlanması yok mu halatların Tükeniyorum. Bekleyiş şiiri 12. Lale Müldür 1956 – Lale Müldür, liseyi Robert Kolej’de bitirdikten sonra şiir bursu alarak Floransa’ya gider. Türkiye’ye döndükten sonra birer yıl Orta Doğu Teknik Üniversitesi Elektronik ve Ekonomi bölümlerine devam eder. 1977 yılında İngiltere’ye giderek Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden lisans eğitimini tamamlar. 1983-1987 yılları arasında Brüksel’de yaşar. Belçikalı ressam Patrick Clays ile 12 yıl evli kalır. Ayşe Arman’la 2002 yılında yaptığı röportajda manik depresif olduğunu söyler “Yazdıklarım manik depresivitenin sonucu diyemem! Zaten depresif dönemde pek bir şey yapılamıyor. Manik dönemde ise, kafama birlerce düşünce üşüşüyor, inanılmaz enerjik ve yüksekte oluyorum, ne var ki hiçbir düşüncede derinleşemiyorum. Bütün evreni çözmüşüm gibi geliyor, ama manik dönem geçtiğinde Ben neyi bulmuştum?’’ oluyorum, hiçbir şey gelmiyor aklıma…” Lale Müldür’ün şiirlerinden çok yaşam tarzı ön plana çıkarılır. İçinde bulunduğu sosyal çevre, sınıfsal konumu ve yaptığı spekülatif açıklamalar, edebiyat tartışmalarında eserlerinden çok, kendisinin anılmasına neden olmuştur. Şiirleri İngilizce ve Fransızca’ya çevrilmiş şair, Amerika’da yayımlanan bir Türk şiiri antolojisinde 80’lerde başlayan krizi aşan bir şair olarak anılmıştır. Ultra-zone’da Ultrason 2006 isimli şiir kitabı ile 2007 Altın Portakal Şiir Ödülü’nü almıştır. Lale Müldür eserleri, imgeler üzerine kurulan, soyut, zaman zaman eleştirel, yabancı sözcüklerin, betimlemelerin, renklerin ve varoluş problemini sorgulayan ifadelerin, dini unsur ve kişilerin yer aldığı “ben ve öteki” tarzında yazılarak kendine has üslubu olan şiirlerdir. Lale Müldür, geleneğe ait kavramlara kimi şiirlerinde çokça yer vermiş olsa da, daha çok geleneği modern çerçeve, modern bir bakış açısıyla şiirinde kullanmıştır. Lale Müldür, şiirlerinin her ne kadar hakkıyla anlaşılmadığı sitemini etse de, şiirlerinin anlaşılması için belli bir kültür ve bilgi birikiminin olmasını gerektirir. Zira şiir de herhangi bir kelimeden ibaret görünen bir kavramın, kişisel ya da topluma ait birden çok uzantısı olabilmektedir. Bu durum da hem şiirin anlaşılmasını hem de yorumlanmasını güçleştirmektedir. Müldür, Yeni Türkü’nün bestelediği Destina adlı şarkının sözlerini nasıl yazdığını şöyle anlatır “Destina, benim küçükken çok sevgili kız arkadaşımın adıydı. Ve o kız sonradan öğrendiğime göre de havale geçiren bir tipmiş. Havale geçirdiği zaman yani bu hastalık oluyor kızda. O yüzden ben de eşim için yazmak istedim, bir gece kendimi çok kötümser hissediyordum onun yanında, onunla birlikte olmaktan. Ve eşimin de en çılgın dönemiydi yani. Ben bu şarkıyı tuvalette yazdım.” Dün gece sen uyurken İsmini fısıldadım Ve hayvanların korkunç Öykülerini anlattım Dün gece sen uyurken Çiçeklere su verdim Ve insanların korkunç Öykülerini anlattım onlara Dün gece sen uyurken Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana İşte bu yüzden, sırf bu yüzden Yeni bir isim verdim sana Destina Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için Seni bu denli yıktıkları için Yaşamımın gizini vereceğim sana 13. Nilgün Marmara 1958 – 1987 Eğitimine Avusturya Lisesi’nde başlasa da, daha sonra maddi nedenlerle kaydını Kadıköy Maarif Koleji’ne alır. Ardından İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde başlar. Ancak o dönemde İstanbul Üniversitedeki öğrenci profilinin hakim olduğu sağ görüş, özellikle babasının etkisiyle Marmara’nın sempati duyduğu sol görüş ile örtüşmez. Bununla birlikte hiçbir zaman döneminde aktif bir siyasi hareketin savunucusu da olmamıştır. Tekrar sınava girerek Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne başlar. Burada eğitimi yanında yaşamı boyunca etkisi altında kaldığı Sylvia Plath üzerine inceleme yapmaya da başlar. Mezun olduktan sonra, Marmaris’te bir tatil köyünde çalışır. Farklı şirketlerde yönetici sekreterliği, metin yazarlığı gibi işler yapar. Bebek’te Mısır Konsolosluğu’nda çalışır. Ancak tüm bu iş deneyimleri kısa sürer ve yaşamının geri kalanında sadece şiir yazar. Şair Ece Ayhan hasta yatağında 1999’da yazdığı ve henüz yayınlanmamış güncesinde, bir dönem aşk yaşadığı Nilgün Marmara için şunu yazar “Muzip kadın Nilgün Marmara. Tezer Özlü ile birlikte bana muziplikler yapmaya bayılırdı. İkisi de aynı anda göğüslerini gösterirlerdi. Güzeldi…” Kızıltoprak’taki evine Ece Ayhan, Cemal Süreya, Edip Cansever, Tomris Uyar, İlhan Berk, Cezmi Ersöz, Orhan Alkaya, Küçük İskender gibi edebiyatçılar gelirdi. Pazar günleri fırında tavuk budu yapmalarından dolayı bu buluşmalarına but partisi adını verirler. Nilgün Marmara bu günlerde şarkı da söyler, caz gırtlağı sesiyle. Cemal Süreya, Amerikalı yazar F. Scott Fitzgerald’ın ele avuca sığmayan karısı Zelda’ya benzetir onu. Adı “Çılgın Zelda” olarak kalır. Ev partilerinin birinde tanıştığı Kaan Önal ile birlikte yaşamaya başlar. Evliliğe karşı olan Nilgün Marmara hem kendi, hem de Kaan Önal’ın ailesinin ısrar nedeniyle 1982 yılında evlenir. Nilgün Marmara’nın Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyat Bölümü’ndeki tezi şuydu “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi”. Sylvia Plath’ın yalnızlığa ve hayata bakışı Nilgün Marmara’yı çok etkiler. Yazgıları da birbirlerine benzer. Plath 1963 yılında 30 yaşındayken Londra’da, Marmara ise 1987 yılında 29 yaşında İstanbul’da beşinci kattaki evinin yatak odası penceresinden atlayarak intihar eder. Yalnızca yakın arkadaş çevresi ile paylaştığı şiirleri, Daktiloya Çekilmiş Şiirler 1988 Metinler 1990 ve Kırmızı Kahverengi Defter 1993 adlı günlüğünden yapılan derleme ölümünden sonra kitaplaştırılır. Nilgün Marmara’nın şiirleri özellikle konu anlamında varoluşçuluk akımından etkilenmiştir. Varoluşçu edebiyat metinlerinde sıkça rastlanan, kendilik, içe dalış, iç neden, hiçlemek gibi özellikler Marmara’nın şiirlerinde açıkça izlenebilir. Ayrıca şiirlerinde varoluşçu edebi metinlerinde karşılaştığımız sıkıntı, yalnızlık, bunalım, umutsuzluk, yabancılaşma, iletişimsizlik, intihar gibi konular yer alır. Marmara’nın seçtiği konuların temelinde onun manik depresif hastalığının ve toplumsal yaşamda kadın olarak karşılaştığı zorlukların etkisi yadsınamaz. Onun şiirleri dış dünyaya açılan pencere değil, aksine kapanan kapılardır. Belki de bu nedenle ayna ve kendine dönük göz imgeleri şiirlerinde en çok tekrarlanan imgelerdendir. Çok yalnızım, mutsuzum Göründüğüm gibi değilim aslında Karanlıklarda kaybolmuşum Bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır Aradıkça batıyorum karanlık kuyulara Kimse duymuyor çığlıklarımı Duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor Bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım Ümidimi yitirmişim Biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim Arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye Veda edeceğim. Yalnızlık Şiiri 14. Didem Madak 1970 – 2011 1970 İzmir doğumlu şair Didem Madak, 90’lı yıllarda öne çıkan şiirleri ile çeşitli edebiyat dergilerinde adını duyurmaya başlamışsa da, Madak’ın özellikle son yıllarda giderek genişleyen bir okur kitlesine sahip olduğu söylenebilir. İzdiham Dergisi’ne verdiği röportaja kulak verelim “Uslu, içine kapanık bir çocuktum ben. Ancak nedense birdenbire olmadık şeyler yapardım. İlkokul 1. sınıftayken evden kaçtım mesela. Lisenin bahçesine gidip ayaklarımı kırmızı balıklı havuzun içine soktum. İğde ağaçları vardı bahçede bir de. Beni akşama buldular. O gün annemden yediğim dayak beni epey idare etti.” “13 yaşımdayken annem öldü. Hani bazı insanlara isimleri çok yakışır ya, işte annem o insanlardandı. İsmi Füsun’du. Annemden bana kalan tek miras bir sihirdir. Onu ne zaman özlesem hep bir şiir yazdım. Sonra 18 yaşımdayken bir daha evden kaçmaya karar verdim. Babama hitaben artık büyüdüğümü ve diğer bazı ehemmiyetli hususları belirten bir mektup yazdım. Sanırım kırmızı balıklı havuzu özlemiştim. Ancak bu kaçışımda bir daha eve dönmedim. Hatta evlenip kaçarak evlenen ilk şehirli kız unvanını aldım.” “Boşandım. Pek çok işte çalıştım. Sekreterlik, anketörlük, pazarlamacılık, tezgahtarlık. Hepsinden de istifa ettim. Epeyce göçebe yaşadım, sadece iki valizim oldu. Bir yığın insan tanıdım. Ama hep yalnızdım. Bütün bu karışıklığın üstesinden gelmek için şiir yazıyorum.” “Benim gibi sağı solu belli olmayan biri için ve bir göçebe için şiir iyi bir yol arkadaşıdır. Yerin yedi kat dibine de gitsen, göğün yedi kat üstüne de çıksan seninle gelir. Şiir imkansız bir şeydir, mümkün değildir, çaresizdir. Bunu hissediyorum ben hep onda kendi umutsuzluğumu buluyorum. Derdimi anlatmaya çalışıyorum ben. Patates baskısı yaparak derdimi anlatmam mümkün olsaydı, kuşkusuz öyle yapardım. Hem eğlenceli olurdu böylesi. Hem daha az zarar verirdim kendime.” Diğer bir söyleşisinde erken öleceğini bilmiş gibi “Obur bir şiirim var, hayatımı yiyor durmadan”, “Az sonra ölecek birinin gözleriyle dünyaya baktığımızda hayatın her yerinden şiir fışkırdığını görürüz” der. Anne motifi şiirlerinin temel öğesidir, küçük yaşta kaybettiği annesini özlemle, hüzünle, acıyla anar. Ama ne acı ki Didem Madak’ta, kızı Füsun henüz 3 yaşındayken, 2011 yılında henüz 41 yaşında kolon kanserinden hayata gözlerini yumar. Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum. Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum. Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum. Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu. Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum. Bir yağsam pahalıya malolacağım. Ben bir bodrum kat kızıyım bayım Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum Fakat korkuyorum. Birazdan da Kırk üç numara ayakkabılarınızla Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız Bu iyi olmaz bayım! “Gün akşam oldu” diyorum Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara Cam kırıkları yiyorlar Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım Şiirinden 15. Birhan Keskin 1963 – Birhan Keskin otobiyografisine şöyle başlıyor “22 Aralık 1963. Kırklareli, Demircihalil. Trakya’nın ayaz gecelerinden biri. Bir yatsı ezanı vakti. İki erkek çocuğundan sonraki kız çocuğu. İyi ki doğmuşum, yoksa Gürhan benden iki buçuk yaş büyük, abi epey bir süre daha kız elbiseleri içinde büyüyecekti…” “İlkokulun ilk yılı, sol elimi iple bağlıyor öğretmenim. Sağ elimle yazmalıymışım. Okulu sevemedim, bu kır saçlı öğretmeni de. Kaçıyorum, annem geri getiriyor tekrar. Uzun sürdü. Okumayacak bu çocuk diyorlar. Üçüncü sınıfta elimi bağlayan öğretmenden kurtuldum. Sonrası daha kolay olmaya başladı. Bizimkileri yalancı çıkarttım, okudum, yetmedi yazdım da.” İlk şiirini 1984 yılında yayımlayan ve 1995-1998 yılları arasında arkadaşlarıyla birlikte Göçebe Dergisi’ni çıkaran Birhan Keskin, şiirlerinde aşk, yalnızlık ve tabiata odaklanarak dilin kaynağını sorgular. Birhan Keskin, şiirlerindeki dili, söyleyişindeki samimiyeti ve ustalığıyla amacının, okurda duyuşu his, algı harekete geçirmek olduğunu söyler. Keskin, şiirlerinin katmanlı yapısıyla çağdaşlarından ayrılır. Birhan Keskin’in Gülten Akın çizgisini sürdürdüğünü, şiiri algılama ve yorumlama biçimi olarak onu özümsediğini söyleyebiliriz. Birhan Keskin, şiir ne yapmalı sorusunu şöyle yanıtlar “Sabahları okula giden çocukların ellerinden tutmalı, kızların saçlarını karıştırmalı, otlar, kuşlar, hayvanlar yetiştirmeli, küçük sokaklar, evler, alanlar kurmalı, ıssız dağları şenlendirmeli, kervanlara yol göstermeli, deniz kıyılarına inmeli, sokaklarda dolaşmalı, böcek koleksiyonları yapmalı, kitaplara girmemiş otların elinden tutmalı, gazete okumalı… Akşamları işçilerin evlerine inmeli, onlarla sofraya oturmalı, kadınlara beyaz güller armağan etmeli, yeni çayırları sulamalı, Allah’a Ölüm’le yarenlik etmeli, çırılçıplak dolaşmalı, çırılçıplak olmalı.” Ölüm ve zaman gibi varoluşsal problemlere değinen Keskin, en temel insanlık dertlerinin ayrılık, yoksulluk, ölüm olduğunu, bu zamana kadar ilk ikisi hakkında yazdığını, son bir yılının da en çok ölümlerle geçtiğini düşündüğünde bundan sonra ölüm hakkında yazabileceğini tahmin ettiğini söyler. Ölümle ilgili olarak daha önce hiç yazmamış olmasının sebebini, en büyük korkusunun ölüm olmasına bağlar. Çocukluğunda hep babasının ölecek olmasından korkar; dizelerine ölümle ilgili bir şeyler yazsa bile o dizeleri hep sonradan çıkarırmış. “Babamın öleceğinden çok korktum ve sonunda öldü, e ben de öleceğim.” Sevgilim sabahın erkenini seviyor, ben geceyi ve esmerliğini onun, o dorukları seviyor, korkuyor bundan ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı, ona bir yeşil gülümsüyor, ben, hayatı delice sevdiysem nasıl, diyorum, seni de öyle. O kendi boşluğunda oyalanan günlerde canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor, ben göğe bakıyorum geceden, kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim diyorum, yanında, o sabahları eğilip öpüyor denizi. Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun, esmerliğin gecemde, öyle kal. “Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla” diyorsun, yağmur bir yalıyor yüzümü, bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım. Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi, oysa camdaki sardunya gibi üşür bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir bir, çıplağın çıplağımda. Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda Aşk şiiri Kaynak Radikal Kitap, Mehmet Öklü, K Dergisi, Haremde Yaşam, İstanbul’un Kadınları ve Müzikal Kimlikleri, Osmanlı Şiirinin Modernleşme Sürecinde Kadın’ın Doğuşu, Meşrutiyet’e Giden Süreçte Yeni Kadın İmgesi, Makbule Leman Hayatı ve Eserleri, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Kadının Sesi, Pastoral Çocuklar Sylvia Plath ve Nilgün Marmara, Gülten Akın’ın Hayatı, Sanatı ve Eserleri, Leyla Hanım Solmuş Çiçekler, Osmanlı kadın şairlerinin Divan edebiyatı geleneğinden ayrılan sesi ve farklı ifade biçimleri
türk yazar ve şairlerin hayatı